اَمْ لَمْ يُنَبَّاْ بِمَا ف۪ى صُحُفِ مُوسٰىۙ﴿٦٣﴾

36. Yoksa Musa’nın sahifelerindekinden (kendisi) haberdar edilmedi mi?

وَاِبْرٰه۪يمَ الَّذ۪ى وَفّٰىۙ﴿٧٣﴾

37. (Görevini) tastamam yapan İbrahim’in (sahifelerindekinden) de.

اَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ﴿٨٣﴾

38. Bir günahkar başkasını yükünü taşımaz, diye.

{(bk. Fatır Sûresi 18. âyet açıklaması, s.79)}

وَاَنْ لَيْسَ لِْلاِنْسَانِ اِلَّا مَاسَعٰىۙ﴿٩٣﴾

39. İnsan için çalıştığından başkası yok, diye.

{“Sonra, umum meşekkatin anası ve umum rezaletin yuvası olan meyl-ür rahat geliyor. Himmeti kaydeder, zindan-ı sefalete atar. Siz de

لَيْسَ لِلاِْنْسَانِ إِلَّا مَاسَعَى

olan mücahid-i âlîcenabı o cellad-ı sehhara gönderiniz. Evet size meşakkatta büyük rahat var. Zira fıtratı müteheyyic olan insanın rahatı sa’y ve cidaldir.” (Mnz., Zindan-ı atâlete düştüğümüzün sebebi nedir? s.133. Ayrıca bk. EL-II., s.99)}


وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰى۬﴿٠٤﴾

40. Şüphesiz onun çalışması sonra (ahirette) görülür.

ثُمَّ يُجْزٰيهُ الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰىۙ﴿١٤﴾

41. Sonra da onunla, en mükemmel ödülle ödüllendirilir.

وَاَنَّ اِلٰى رَبِّكَ الْمُنْتَهٰىۙ﴿٢٤﴾

42. Gerçekten son gidiş Rabbinedir.

وَاَنَّهُ هُوَ اَضْحَكَ وَاَبْكٰىۙ﴿٣٤﴾

وَاَنَّهُ هُوَ اَمَاتَ وَاَحْيَاۙ﴿٤٤﴾

وَاَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَاْلاُنْثٰىۙ﴿٥٤﴾

مِنْ نُطْفَةٍ اِذَا تُمْنٰى۬﴿٦٤﴾

43-46. Gerçekten O, güldürdü ve ağlattı. Gerçekten O, öldürdü ve diriltti. Meniden (rahme) döküldüğü zaman, gerçekten iki çifti, erkek ile dişiyi O yarattı.

وَاَنَّ عَلَيْهِ النَّشْاَةَ اْلاُخْرٰىۙ﴿٧٤﴾

47. Gerçekten öteki (tekrar) diriltme de O’nun üzerinedir.

وَاَنَّهُ هُوَ اَغْنٰى وَاَقْنٰىۙ﴿٨٤﴾

48. Gerçekten O, zengin ve fakir etti.

وَاَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرٰىۙ﴿٩٤﴾

49. Gerçekten O, O’dur Şi’ra yıldızının Rabbi.

وَاَنَّهُٓ اَهْلَكَ عَادًا ۨاْلاُو۫لٰىۙ﴿٠٥﴾

وَثَمُو۬دَا فَمَٓا اَبْقٰىۙ﴿١٥﴾

وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ اَظْلَمَ وَاَطْغٰىۜ﴿٢٥﴾

وَالْمُؤْتَفِكَةَ اَهْوٰىۙ﴿٣٥﴾

فَغَشّٰيهَا مَاغَشّٰىۚ﴿٤٥﴾

50-54. Gerçekten O, birinci Ad’(kavmin)i helak etti. Semud’u da; geriye bırakmadı. Daha önceden Nuh kavmini de (helak etti). Çünkü onlar, daha zalim ve daha azgın idiler. Mü’tefike’yi (Lût kavminin yurdunu) yere çaktı. Onlara giydirdiğini (acıklı azabı) giydirdi.

فَبِاَىِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكَ تَتَمَارٰى﴿٥٥﴾

55. Artık Rabbinin hangi nimetlerinde kuşkuya düşüyorsun?

هٰذَا نَذ۪يرٌ مِنَ النُّذُرِ اْلاُ۫ولٰى﴿٦٥﴾

56. Bu (Muhammed), önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır.

اَزِفَةِ اْلاٰزِفَةُۚ﴿٧٥﴾

لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ كَاشِفَةٌ﴿٨٥﴾

57, 58. Yaklaşan (kıyamet) yaklaştı. Onu, Allah’tan başka açığa çıkaracak yoktur.

اَفَمِنْ هٰذَا الْحَد۪يثِ تَعْجَبُونَۙ﴿٩٥﴾

59. Bu sözden (Kur’an’dan) mı şaşıyorsunuz?

وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَۙ﴿٠٦﴾

60. Gülüyorsunuz, ağlamıyorsunuz!..

وَاَنْتُمْ سَامِدُونَ﴿١٦﴾

61. Siz; oyuna düşkün gafiller.

فَاسْجُدُوا لِلّٰهِ وَاعْبُدُوا﴿٢٦﴾

Secde Âyeti

62. Allah’a secde ve ibadet edin.

{Bu âyet-i kerîme, Kur’an-ı Kerîm’deki on dört secde âyetinin on ikincisidir. (MB.)}

مِنْ سُورَةُ الْقَمَرِ

54. KAMER SÛRESİ’NDEN

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ﴿١﴾

Kıyamet yaklaştı ve ay ikiye ayrıldı.

{“Kur’an

إِقْتَرَبَتِ السَّاعَةِ

der ‘Kıyamet yakındır’ ferman ediyor. Bin bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına halel vermez. Zira kıyamet, dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nisbeten bin veya ikibin sene, bir seneye nisbetle bir-iki gün veya bir-iki dakika gibidir. Saat-ı Kıyamet yalnız insaniyetin eceli değil ki, onun ömrüne nisbet edilip baîd görülsün. İşte bunun içindir ki, Hakîm-i Mutlak, Kıyameti mugayyebat-ı hamseden olarak ilminde saklıyor. İşte bu ibham sırrındandır ki, her asır, hattâ asr-ı hakikatbîn olan Asr-ı Saadet dahi daima Kıyametten korkmuşlar. Hattâ bazıları, ‘Şeraiti hemen hemen çıkmış!’ demişler.” (S., Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal, Sekizinci Asıl, s.343)

“İnşikak-ı Kamer; dâva-yı Nübüvvete delil olmak için o davayı işiten ve inkâr eden hazır bir cemaate, gecede, vakt-i gaflette âni olarak gösterildiğinden; hem ihtilaf-ı metali’ ve sis ve bulutlar gibi rü’yete mani esbabın vücuduyla beraber, o zamanda medeniyet taammüm etmediğinden ve hususî kaldığından ve tarassudat-ı semaviye pek az olduğundan; bütün etraf-ı âlemde görülmek, umum tarihlere geçmek elbette lazım değildir...

“... Mu’cize; dava-i Nübüvvetin isbatı için, münkirleri ikna’ etmek içindir, icbar için değildir. Öyle ise dava-yı nübüvveti işitenler için, ikna’ edecek bir derecede mu’cize göstermek lâzımdır. Sair taraflara göstermek veyahut icbar derecesinde bir bedahetle izhar etmek, Hakîm-i Zülcelal’in hikmetine münafî olduğu gibi, sırr-ı teklife dahi muhaliftir. Çünki 'Akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak' sırr-ı teklif iktiza ediyor. Eğer Fâtır-ı Hakîm inşikak-ı Kamer’i, feylesofların hevesatına göre bütün âleme göstermek için bir-iki saat öyle bıraksa idi ve beşerin umum tarihlerine geçse idi, o vakit sair hâdisat-ı semaviye gibi; ya dava-yı nübüvvete delil olmazdı, Risalet-i Ahmediyyeye (A.M.) hususiyeti kalmazdı.” (S., Otuz Birinci Söz, Zeyli-Şakk-ı Kamer Mu’cizesine Dairdir, Üçüncü Nokta, s.586-589. Ayrıca bk. S., Lemaat, s.701; Ş., Sekizinci Şua ve On Beşinci Şua, , s.730 ve 624; Mh., Üçüncü Makale, Beşinci Meslek, s.165)}


وَاِنْ يَرَوْا اٰيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ﴿٢﴾

Eğer bir mucize görürlerse, yüz çevirirler ve: “Sürekli bir büyüdür!” derler.


Yükleniyor...