مِنْ سُورَةُ اْلاِنْشِقَاقِ

84. İNŞİKAK SÛRESİ’NDEN

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

اِذَا السَّمَٓاءُ انْشَقَّتْۙ﴿١﴾

وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْۙ﴿٢﴾

وَاِذَا الْاَرْضُ مُدَّتْۙ﴿٣﴾

وَاَلْقَتْ مَا ف۪يهَا وَتَخَلَّتْۙ﴿٤﴾

وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْۜ﴿٥﴾

يَٓا اَيُّهَا اْلاِنْسَانُ اِنَّكَ كَادِحٌ اِلٰى رَبِّكَ كَدْحًا فَمُلَاق۪يهِۚ﴿٦﴾

1-6. Gök yarıldığı, Rabbini dinleyip O’na yaraşır şekilde boyun eğdiği, Yer uzatılıp dümdüz yapıldığı, İçindekini atıp da boşaldığı, (böylece) Rabbini dinleyip O’na yaraşır şekilde boyun eğdiği (zaman): Ey insan! Şüphesiz sen Rabbine (kavuşuncaya kadar) didinecek; O’na da kavuşacaksın.

{“(Bu âyetler) Gök ve zeminin Cenâb-ı Hakk’ın emrine karşı derece-i inkıyad ve itaatlerini şöyle âlî bir üslûb ile beyan eder ki: Nasıl bir kumandan-ı a’zam, mücahede ve manevra ve ahz-ı asker şubeleri gibi mücahedeye lâzım işler için iki daireyi teşkil edip açmış. O mücahede, o muamele işi bittikten sonra o iki daireyi başka işlerde kullanmak ve tebdil ederek istimal etmek için o kumandan-ı a’zam o iki daireye müteveccih olur. O daireler, herbirisi hademeleri lisanıyla veya nutka gelip kendi lisanıyla der ki: ‘Ey kumandanım! Bir parça mühlet ver ki, eski işlerin ufak tefeklerini, pırtı-mırtılarını temizleyip dışarı atayım, sonra teşrif ediniz. İşte atıp senin emrine hazır duruyoruz. Buyurun ne yaparsanız yapınız. Senin emrine münkadız. Senin yaptığın işler bütün hak, güzel, maslahattır.’ Öyle de: Semavat ve Arz, böyle iki daire-i teklif ve tecrübe ve imtihan için açılmıştır. Müddet bittikten sonra Semavat ve Arz, daire-i teklife ait eşyayı emr-i İlahiyle bertaraf eder. Derler: ‘Ya Rabbena! Buyurun, ne için bizi istihdam edersen et. Hakkımız sana itaattir. Her yaptığın şey de haktır.’ İşte, cümlelerindeki üslûbun haşmetine bak, dikkat et.” (S., Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Birinci Şua, İkinci Surets.375. Ayrıca bk. İnfitar sûresi 2. âyet açıklamaları ve Tekvir sûresi 3. âyet açıklamaları, s.139 ve 138)}

سُورَةُ الْبُرُوجِ

85. BURUC SÛRESİ

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الْبُرُوجِۙ﴿١﴾

وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِۙ﴿٢﴾

وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍۜ﴿٣﴾

قُتِلَ اَصْحَابُ اْلاُخْدُودِۙ﴿٤﴾

1-4. Andolsun, burçlar sahibi göğe, vaad edilen güne, şahide, şahitlik edilene ki, hendeklerin sahibi gebertildi.

اَلنَّارِ ذَاتِ الْوَقُودِۙ﴿٥﴾

اِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌۙ﴿٦﴾

وَهُمْ عَلٰى مَايَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ شُهُودٌۜ﴿٧﴾

5-7. Tutuşturucu ateşle dolu(hendek) sahipleri, o zaman onlar, onun üzerinde / kenarında oturuyorlar, Mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı.

وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ اِلَّا ٓ اَنْ يُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ﴿٨﴾

Onlardan (müminlerden) ancak mutlak galip, övgüye layık Allah’a iman etmelerinden dolayı, intikam aldılar.

{“Beşerin san’at ve fen cihetindeki terakkiyatlarının neticesi olan havarik-ı san’at ve garaib-i fen olarak tayyare, elektrik, şimendifer, telgraf gibi şeyler vücuda gelmiş ve beşerin hayat-ı maddiyesinde en büyük mevki almışlar. Elbette umum nev’-i beşere hitab eden Kur’an-ı Hakîm, şunları mühmel bırakmaz. Evet bırakmamış. İki cihet ile onlara da işaret etmiştir:

Birinci cihet: Mu’cizat-ı Enbiya suretiyle…

İkinci kısım şudur ki: Bazı hâdisat-ı tarihiye suretinde işaret eder. Ezcümle:

قُتِلً اَصْحَابُ اْلاُخْدُودِ * النَّارِذَاتِ الْوَقُودِ *...

(Haşiye-1: Şu cümle işaret ediyor ki: Şimendiferdir. Âlem-i İslâm’ı esaret altına almıştır. Kâfirler onunla İslâm’ı mağlub etmiştir.) Keza:

فِى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ * وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِهِ مَايَرْكَبُونَ

gibi âyetlerle şimendifere işaret ettiği gibi,..” (S., Yirminci Söz, İkinci Makam, s.252)}


اَلَّذ۪ى لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ شَه۪يدٌۜ﴿٩﴾

(Allah) O ki, göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Allah her şeye hakkı ile şahittir.

اِنَّ الَّذ۪ينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَر۪يقِۜ﴿٠١﴾

10. Erkek mü’minleri ve kadın mü’minleri yakıp, sonra da tövbe etmeyenler için cehennem azabı vardır ve onlar için (orada) yanma azabı vardır.

{“Bu âyet her asra baktığı gibi bu asra daha ziyade nazar-ı dikkati celbetmek için cifirce bu asrın üç-dört devresinin tarihlerine ve hâdiselerine işaret ve manasının suretiyle ve tarz-ı ifadesiyle iki cereyanın keyfiyetlerine ve vaziyetlerine îma eder. (…) Demek ehemmiyet onun fevkalâde büyüklüğünden değil, belki musibetin fevkalâde dehşetine ve tahribatına karşı mücahedesi cüz’î ve az olduğu halde gayet büyük öyle bir ehemmiyet kesbetmiş ki bu âyette işaret ve beşaret-i Kur’aniyede ifade eder ki, Risale-i Nur dairesi içine girenler tehlikede olan imanlarını kurtarıyorlar ve imanla kabre giriyorlar ve Cennet’e gidecekler diye müjde veriyorlar. Evet bazı vakit olur ki, bir nefer gördüğü hizmet için bir müşirin fevkine çıkar, binler derece kıymet alır.” (Ş., Birinci Şua, Beşinci Âyet, s.698)}

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْكَب۪يرُۜ﴿١١﴾

11. Şüphesiz onlar ki, iman edip iyi şeyler yaptılar, onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte bu en büyük kurtuluştur.

{“Mesela,

إِنَّ الَّذِينَ اَمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّا لِحَاتِ...لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا اَبَدًا

âyetinin gösterdiği müjde-i saadet-i ebediye hakikatı: bîçare beşere her dakika kendini gösteren hakikat-ı mevtin hem insanı, hem dünyasını, hem bütün ahbabını i’dam-ı ebedîsinden kurtarıp ebedî bir saltanatı kazandırdığından, milyarlar defa tekrar edilse ve kâinat kadar ehemmiyet verilse yine israf olmaz, kıymetten düşmez. İşte bu çeşit hadsiz kıymetdar mes’eleleri ders veren ve kâinatı bir hane gibi değiştiren ve şeklini bozan dehşetli inkılabları tesis etmekte iknaa ve inandırmaya ve isbata çalışan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan elbette sarihan ve zımnen ve işareten binler defa o mes’elelere nazar-ı dikkati celbetmek; değil israf, belki ekmek, ilâç, hava, ziya gibi birer hâcet-i zaruriye hükmünde ihsanını tazelendirir.” (Ş., On Birinci Şua, Onuncu Mes’ele, İkinci Bir Sual, s.250)}


اِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَد۪يدٌۜ﴿٢١﴾

اِنَّهُ هُوَ يُبْدِىُٔ وَيُع۪يدُۚ﴿٣١﴾

وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُۙ﴿٤١﴾

ذُوالْعَرْشِ الْمَج۪يدُۙ﴿٥١﴾

فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُۜ﴿٦١﴾

12-16. Şüphesiz Rabbinin tutup yakalayışı elbette çok çetindir. Çünkü O, (hayatı) başlatır ve tekrar eder. O çok bağışlayan, çok sevendir. Çok yüce Arş’in sahibidir. İstediğini çekinmeden yapandır.

{“Muhabbet, şu kâinatın sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır. Hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan, kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.” (S., Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, Birinci Meyve, s.358)

“Şu terahhum, tehannün mânalarını cilveye sevkeden, elbette bir cemal ve kemal-i zâtîdir ki, tezahür etmek ister. ‘Cemil’ ismini ve Cemil isminde münderiç olan ‘Vedud ve Rahîm’ isimlerini okutturuyor. Çünki cemal, bizzât sevilir. Zîcemal ve cemal, kendi kendini sever. Hem hüsündür, hem muhabbettir. Kemal dahi, bizzât mahbubdur, sebebsiz olarak sevilir. Hem muhibdir, hem mahbubdur. Madem nihayetsiz derece-i kemalde bir cemal ve nihayetsiz derece-i cemalde bir kemal; nihayet derecede sevilir, muhabbete ve aşka lâyıktır. Elbette âyinelerde ve âyinelerin kabiliyetlerine göre lemaatını ve cilvelerini görmek ve göstermekle tezâhür etmek ister.” (S., Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf, Birinci Mebhas, s.629)

“Yalnız Cenâb-ı Hakk’ın Rahman ve Rahîm isimlerini düşün ki: Sen sevdiğin ve şefkat ettiğin bütün mü’min âbâ ve ecdadını ve akraba ve ahbabını dünyada nimetlerin enva’ıyla ve Cennet’te enva’-ı lezaiz ile ve saadet-i ebediyede onları sana gösterip ve kendini onlara göstermesiyle mes’ud ettiği cihette o ‘Rahman’ ismi ve ‘Rahîm’ ünvanı, ne kadar sevilmeğe lâyıktırlar ve ne derece o iki isme ruh-u beşer muhtaç olduğunu kıyas edebilirsin.” (S., Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf, İkinci Mebhas,Üçüncü Nükte, s.641)

(bk. Rum sûresi 54. âyet 7 nolu açıklama, s.69)}


هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْجُنُودِۙ﴿٧١﴾

فِرْعَوْنَ وَثَمُودَۜ﴿٨١﴾

بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ى تَكْذ۪يبٍۙ﴿٩١﴾

17-19. Sana orduların haberi geldi mi? Firavun ve Semud’un (ordularının; Allah onları helak etti). Hayır, bu kafirler, bir yalanlama içindedirler.


Yükleniyor...