اَلَّذ۪ى يَصْلَى النَّارَ الْكُبْرٰىۚ﴿٢١﴾

ثُمَّ لَايَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰىۜ﴿٣١﴾

12, 13. O (kötü kimse) ki, en büyük ateşe girer; sonra orada ölmez de, dirilmez de!

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙ﴿٤١﴾

وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّه۪ فَصَلّٰىۜ﴿٥١﴾

14, 15. Rabbinin adını anıp namaz kılan, arınan (kimse), gerçekten felah buldu.

بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۘ﴿٦١﴾

16. Doğrusu, siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz.

وَاْلاٰخِرَةُ خَيْرٌ وَاَبْقٰىۜ﴿٧١﴾

17. Ahiret ise daha hayırlı ve daha süreklidir.

اِنَّ هٰذَا لَفِى الصُّحُفِ اْلاُو۫لٰىۙ﴿٨١﴾

صُحُفِ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى﴿٩١﴾

18, 19. Gerçekten bu (anlatılanlar) elbette ilk gönderilen suhuflarda, İbrahim ile Musa’nın sayfalarında da vardır.

سُورَةُ الْغَاشِيَةِ

88. ĞAŞİYE SÛRESİ

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْغَاشِيَةِۜ﴿١﴾

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ خَاشِعَةٌۙ﴿٢﴾

عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌۙ﴿٣﴾

تَصْلٰى نَارًا حَامِيَةًۙ﴿٤﴾

تُسْقٰى مِنْ عَيْنٍ اٰنِيَةٍۜ﴿٥﴾

لَيْسَ لَهُمْ طَعَامٌ اِلَّا مِنْ ضَر۪يعٍۙ﴿٦﴾

لَايُسْمِنُ وَلَا يُغْن۪ى مِنْ جُوعٍۜ﴿٧﴾

1-7. (Ya Muhammed!) Sana geldi mi o (insanları) kaplayanın haberi, (O gün) bazı yüzler öne eğilen, çalışan, yorulandır. Kızgın bir ateşe atılır, son derece sıcak bir kaynaktan içirilir. Onlar için, gıda vermeyen, açlığı da gidermeyen kuru diken dışında bir yiyecek yoktur.

{“(Kur’an-ı Kerîm)Makam-ı terhib ve tehditte pek çok misallerinden meselâ:

هَلْ اَتَيكَ حَدِيثُ الْغَاشِيَةِ

suresinin başında beyanat-ı Kur’aniye ehl-i dalaletin sımahında kaynayan rasas gibi, dimağında yakan ateş gibi, damağında yanan zakkum gibi, yüzünde saldıran cehennem gibi, midesinde acı, dikenli dari’ gibi tesir eder. Evet bir zâtın tehdidini gösteren Cehennem gibi bir azab memuru, öfkesinden ve gayzından parçalanmak vaziyetini alması ve

تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ

söylemesi, söyletmesi, o zâtın terhibi ne derece dehşetli olduğunu gösterir.” (S., Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Birinci Şua, İkinci Suret, s.380. Ayrıca bk. Ş., Dokuzuncu Şua, İkinci Nokta, s.185)}


وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاعِمَةٌۙ﴿٨﴾

لِسَعْيِهَا رَاضِيَةٌۙ﴿٩﴾

ف۪ى جَنَّةٍ عَالِيَةٍۙ﴿٠١﴾

لَاتَسْمَعُ ف۪يهَا لَاغِيَةًۜ﴿١١﴾

8-11. Bazı yüzler o gün, nimet içinde, çalışmasından dolayı hoşnuttur. Yüksek Cennette (oturmuşlar), orada boş laf işitmezler.

ف۪يهَا عَيْنٌ جَارِيَةٌۢ﴿٢١﴾

ف۪يهَا سُرُرٌ مَرْفُوعَةٌۙ﴿٣١﴾

وَاَكْوَابٌ مَوْضُوعَةٌۙ﴿٤١﴾

وَنَمَارِقُ مَصْفُوفَةٌۙ﴿٥١﴾

وَزَرَابِىُّ مَبْثُوثَةٌۜ﴿٦١﴾

12-16. Orada (Cennet’te) akan pınarlar, yüksek sedirler (tahtlar), konulmuş kadehler, sıra sıra dizilmiş yastıklar, serilmiş halılar vardır.

اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى اْلاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠﴿٧١﴾

17. Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmış?

{“Kur’an’ın üslûb-u hakîmânesine yemin ederim ki: Nasârâyı ve emsalini havalandırarak dalalet derelerine atan, yalnız aklı azl ve bürhanı tard ve ruhbanı taklid etmektir. Hem de İslâmiyeti daima tecelli ve inbisat-ı efkâr nisbetinde hakaiki inkişaf ettiren, yalnız İslâmiyetin hakikat üzerinde olan teessüs ve bürhan ile takallüdü ve akıl ile meşvereti ve taht-ı hakikat üstünde bulunması ve ezelden ebede müteselsil olan hikmetin desatirine mutabakat ve muhakâtıdır. Acaba görülmüyor: Âyâtın ekser fevatih ve havatiminde nev’-i beşeri vicdana havale ve aklın istişaresine hamlettiriyor. Diyor:

(اَفَلَايَنْظُرُونَ)، (فَانْظُرُوا), اَفَلَايَتَدَبَّرُونَ) الح...

(Mh., Birinci Makale, Sekizinci Mukaddeme, s.39)}


وَاِلَى السَّمَٓاءِ كَيْفَ رُفِعَتْ۠﴿٨١﴾

18. Göğe (bakmıyorlar mı) nasıl yükseltilmiş?

وَاِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ۠﴿٩١﴾

19. Dağlara (bakmıyorlar mı), nasıl dikilmiş?

وَاِلَى الْاَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ۠﴿٠٢﴾

20. Yere (bakmıyorlar mı), nasıl döşenmiş?

{“Malumdur: Malûmu i’lâm bahusus müşahede olursa, abestir. Demek içinde bir nokta-i garabet lâzımdır, tâ onu abesiyetten çıkarsın. Eğer denilse: Bakınız nasıl arz küreviyetiyle beraber musattaha ve size mehd olmuştur, denizin tasallutundan kurtulmuş. Veyahut nasıl şems, istikrarla beraber tanzim-i maişetiniz için cereyan ediyor. Veyahut nasıl binler sene ile uzak olan şems, ayn-ı hamiede gurub ediyor. Maânî-i âyât kinayetten sarahate çıkmış oluyor… Evet, şu garabet noktaları, belâgat nükteleridir.” (Mh., Birinci Makale, Yedinci Mes’ele, s.75)}

فَذَكِّرْ اِنَّمَٓا اَنْتَ مُذَكِّرٌۜ﴿١٢﴾

لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍۙ﴿٢٢﴾

اِلَّا مَنْ تَوَلّٰى وَكَفَرَۙ﴿٣٢﴾

فَيُعَذِّبُهُ اللّٰهُ الْعَذَابَ الْاَكْبَرَۜ﴿٤٢﴾

اِنَّ اِلَيْنَٓا اِيَابَهُمْۙ﴿٥٢﴾

ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا حِسَابَهُمْ﴿٦٢﴾

21-26. (Ya Muhammed!) Öyleyse hatırlat (öğüt ver), sen ancak bir hatırlatıcısın; onların üzerlerinde bir zorlayıcı değilsin. Ancak kim yüz çevirirse, Allah ona en büyük azabı eder. Şüphesiz (onların) dönüşleri yalnız bizedir. Sonra şüphesiz hesapları da yalnız bizedir.


Yükleniyor...