اَوْ يَنْفَعُونَكُمْ اَوْ يَضُرُّونَ﴿٣٧﴾

73. “Yahut size yarar veya zarar verebiliyorlar mı?”

قَالُوا بَلْ وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا كَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ﴿٤٧﴾

74. Dediler: “Hayır, ama biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk.

قَالَ اَفَرَاَيْتُمْ مَاكُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ﴿٥٧﴾

اَنْتُمْ وَاٰبَٓاوُ۬ٔكُمُ الْاَقْدَمُونَ﴿٦٧﴾

75, 76. Dedi: “Siz ve önceki atalarınız, ibadet ettiğiniz şeyleri gördünüz mü?”

فَاِنَّهُمْ عَدُوٌّ ل۪ٓى اِلَّا رَبَّ الْعَالَم۪ينَۙ﴿٧٧﴾

77. “Şüphesiz onlar (taptığınız putlar), benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi hariç.

اَلَّذ۪ى خَلَقَن۪ى فَهُوَ يَهْد۪ينِۙ﴿٨٧﴾

78. “O ki, beni yarattı; beni doğru yola O iletir.

وَالَّذ۪ى هُوَ يُطْعِمُن۪ى وَيَسْق۪ينِۙ﴿٩٧﴾

79. “Bana yediren ve içiren O’dur.

وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْف۪ينِ۬﴿٠٨﴾

80. “Hasta olduğum zaman, bana O şifa verir.

{“Şâfi-i Hakîm-i Zülcelâl, Küre-i Arz olan eczahane-i kübrasında, her derde bir deva istif etmiş. O devalar ise, dertleri isterler. Her derde bir derman halketmiştir. Tedavi için ilaçları almak, istimal etmek meşrudur. Fakat te’siri ve şifayı, Cenab-ı Haktan bilmek gerektir. Dermanı O verdiği gibi şifayı da O veriyor.. hâzık mütedeyyin hekimlerin tavsiyelerini tutmak, ehemmiyetli bir ilaçtır.”

“İman ilâcı ise, ferâizi mümkün oldukça yerine getirmekle tesirini gösteriyor. Gaflet ve sefahet ve hevesât-ı nefsâniye ve lehviyât-ı gayr-ı meşrua, o tiryakın tesirini men eder. Hastalık madem gafleti kaldırıyor, iştahı kesiyor, gayr-ı meşru keyiflere gitmeye mâni oluyor; ondan istifade ediniz. Hakikî imanın kudsî ilâçlarından ve nurlarından, tevbe ve istiğfarla, dua ve niyazla istimal ediniz.” (L., Yirmi Beşinci Lem’a, Dört, Yirmi ve Yirmi Beşinci Devalar, s.207, 217 ve 220. Ayrıca bk. L., Otuzuncu Lem’a, Beşinci Nükte, s.333)}


وَالَّذ۪ى يُم۪يتُن۪ى ثُمَّ يُحْي۪ينِۙ﴿١٨﴾

81. “O ki, beni öldürür, sonra da beni diriltir.

وَالَّذ۪ٓى اَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ ل۪ى خَط۪ٓيئَت۪ى يَوْمَ الدّ۪ينِۜ﴿٢٨﴾

82. “O ki, ceza (hesap) gününde, günahımı bağışlamasını umuyorum.

رَبِّ هَبْ ل۪ى حُكْمًا وَاَلْحِقْن۪ى بِالصَّالِح۪ينَۙ﴿٣٨﴾

83. “Rabbim, bana hüküm / ilim bağışla ve beni iyilere kavuştur!”

مِنْ سُورَةُ النَّمْلِ

27. NEML SÛRESİ’NDEN

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْمًاۚ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ى فَضَّلَنَا عَلٰى كَث۪يرٍ مِنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِن۪ينَ﴿٥١﴾

15. Andolsun Biz, Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik. Onlar, “Bizi, mü’min kullarından birçoğuna üstün kılan Allah’a hamdolsun.” dediler.

وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ﴿٦١﴾

16. Süleyman, Davud’a mirasçı oldu ve: “Ey insanlar, bize kuşdili öğretildi ve bize her şeyden verildi. Şüphesiz bu, gerçekten apaçık bir lutuftur.” dedi.

{“Hazret-i Süleyman’a kuş dilini öğtettik manasında

عُلِّمْنامَنْطِقَ الطَّيْر

olan Âyet-i Kerime; beşerin keşfiyatından radyo, papağan, güvercin gibi âlât ve hayvanların konuşmalarına ve mühim işlerde kullanılmasına me’hazdır. Ve hâkeza, beşerin henüz keşfedemediği çok mücizeler vardır; istikbalde yavaş yavaş keşfine muvafak olur.” (İİ., Halifelik Sırrı, Mukaddeme, s.208. Ayrıca bk. S., Yirminci Söz, İkinci Makam, s.260)}


وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَاْلاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ﴿٧١﴾

17. Süleyman için cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı. Artık onlar (bir düzen içinde) sevk olunuyorlardı.

حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَايَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَايَشْعُرُونَ﴿٨١﴾

18. Nihayet Karınca Vadisi’ne gelince, bir karınca: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve orduları, farkında olmadan sizi çiğnemesinler!” dedi.


Yükleniyor...