وَاللّٰهُ خَلَقَ كُلَّ دَٓابَّةٍ مِنْ مَٓاءٍۚ فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ى عَلٰى بَطْنِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ى عَلٰى رِجْلَيْنِۚ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ى عَلٰٓى اَرْبَعٍۜ يَخْلُقُ اللّٰهُ مَايَشَٓاءُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَد۪يرٌ﴿٥٤﴾

45. Allah, her hayvanı sudan yarattı. Onlardan kimi karnı üzeri yürür; kimi de iki ayak üzere yürür; kimi de dört (ayak) üzere yürür. Allah dilediği şeyi yaratır. Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.

{“… nutfe denilen mutemasil su katrelerinden ve toprak, müteşabih tohumlarından ve az farklı habbeciklerinden ve sineklerin birbirinin aynı olan yumurtacıklarından ve kuşların aynı havadan, birbirinin aynı nutfelerinden, hem birbirinin misli veya az farklı yumurtalarından o hadsiz efradı bulunan ve birbirinden suretçe, sanatça ve maişetçe ayrı ayrı yüz binler zîhayatları dirilten ve zemin ve bahar sayfasında yüz bin başka başka kitapları beraber, birbiri içinde, hatâsız, mükemmel yazan, hadsiz bir dikkat ve nihayetsiz bir hikmetle iş gören, tasarruf eden bir Zât-ı Hayy-ı Kayyûm ve Muhyî bir Hallâk-ı Alîm olduğuna kanaat getirmeyen, elbette hem kendini, hem bütün zeminde ve zaman şeridine asılan bütün geçmiş baharlarda ve hayatlı zemin ve feza yüzlerinde bulunmuş bütün zîhayatları inkâr etmeye ve en ahmak ve bedbaht bir zîhayat olmaya mecburdur.” (Ş., On Beşinci Şua, Birinci Makam, Altıncı Kelime, s.601. Ayrıca bk. S., Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, İkinci Şua, Yedinci Sırr-ı Belâgat, s.424)}

لَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اٰيَاتٍ مُبَيِّنَاتٍۜ وَاللّٰهُ يَهْد۪ى مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ﴿٦٤﴾

46. Andolsun, gerçekten size açık açık ayetler indirdik. Allah dilediği kimseyi dosdoğru yola iletir.

مِنْ سُورَةُ الْفُرْقَانِ

25. FURKAN SÛRESİ’NDEN

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

تَبَارَكَ الَّذ۪ى نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلٰى عَبْدِه۪ لِيَكُونَ لِلْعَالَم۪ينَ نَذ۪يرًاۙ﴿١﴾

Âlemlere bir uyarıcı olması için kuluna Furkan’ı indiren Allah pek yücedir!

{“Hem mâden-i kemâlât ve muallim-i ahlâk-ı âliye olan o dellâl-ı vahdâniyet ve saadet, kendi kendine söylemiyor, belki söylettiriliyor. Evet, Hâlık-ı Kâinat tarafından söylettiriliyor. Üstad-ı Ezelîsinden ders alır, sonra ders verir. Çünkü, sabık işaretlerde kısmen beyan edilen binler delâil-i nübüvvetle, Hâlık-ı Kâinat, bütün mucizâtı O’nun elinde halketmekle gösterdi ki, o, O’nun hesabına konuşuyor, O’nun kelamını tebliğ ediyor. Hem O’na gelen Kur’an ise; içinde, dışında kırk vech-i i’caz ile gösterir ki, O Cenâb-ı Hakkın tercümanıdır.” (M., On Dokuzuncu Mektub, On Dokuzuncu Nükteli İşaret, s.192)}

اَلَّذ۪ى لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِى الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَىْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْد۪يرًا﴿٢﴾

O ki, göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Evlat edinmedi. Mülkte ortağı yoktur. Her şeyi yaratıp takdir etmekle (iyice) takdir etti.

{(bk. Nûr Sûresi 42. âyet açıklaması, s.56)}

اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ اَفَاَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَك۪يلاًۙ﴿٣٤﴾

43. Arzusunu (kendisine) tanrı edineni gördün mü? (Resûl’üm) Onun üzerine sen mi vekil olacaksın?

{“Zira: İnsan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki, evvelâ ve bizzat yalnız zâtını sever; başka her şeyi nefsine feda eder. Mâbuda lâyık bir tarzda nefsini metheder; mâbuda lâyık bir tenzihle nefsini meâyipten tenzih ve tebrie eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez. Nefsine perestiş eder tarzında, şiddetle müdafaa eder. Hattâ, fıtratında tevdi edilen ve Mâbud-u Hakikînin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazat ve istidadı kendi nefsine sarf ederek,

مَنِ اتَّخَذَاِلَهَهُ هَوَيهُ

sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir.” (S., Yirmi Altıncı Söz, Zeyl, Birinci Hatve, s.477. Ayrıca bk. L., Yirmi Sekizinci Lem’a, s.275; MN., Onuncu Risale, Birinci Hatve, s.207)}


اَمْ تَحْسَبُ اَنَّ اَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ اَوْ يَعْقِلُونَۜ اِنْ هُمْ اِلَّا كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ سَب۪يلاً﴿٤٤﴾

44. Yoksa sen, gerçekten çoklarının işiteceklerini (söz dinleyeceklerini) yahut akıllarını çalıştıracaklarını mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidirler, hatta onlar yolca daha sapıktırlar.

اَلَمْ تَرَ اِلٰى رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّ ۚ وَلَوْ شَٓاءَ لَجَعَلَهُ سَاكِنًاۚ ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَل۪يلاًۙ﴿٥٤﴾

45. Görmedin mi Rabbin, gölgeyi nasıl uzattı? Eğer dileseydi, onu elbette durgun (hareketsiz) kılardı. Sonra güneşi ona delil kıldık.

ثُمَّ قَبَضْنَاهُ اِلَيْنَا قَبْضًا يَس۪يرًا﴿٦٤﴾

46. Sonra onu azar azar kendimize (başka yöne) çektik.

وَهُوَ الَّذ۪ى جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِبَاسًا وَالنَّوْمَ سُبَاتًا وَجَعَلَ النَّهَارَ نُشُورًا﴿٧٤﴾

47. O ki, geceyi size örtü, uykuyu dinlenme kıldı ve gündüzü de (işe) dağılma zamanı kıldı.


Yükleniyor...