وَاتَّقُوا الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْاَوَّل۪ينَۜ ﴿٤٨١﴾
184 - “Sizi ve önceki nesilleri yaratana karşı gelmekten sakının.”
قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۙ ﴿٥٨١﴾
185 - Onlar şöyle dediler: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.”
وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ ﴿٦٨١﴾
186 - “Sen sadece bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”
فَاَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفاً مِنَ السَّمَٓاءِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَۜ ﴿٧٨١﴾
187 - “Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi gökten üzerimize bir parça düşür.”
قَالَ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿٨٨١﴾
188 - Şu’ayb, “Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir” dedi.
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِۜ اِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ﴿٩٨١﴾
189 - Onlar Şu’ayb’ı yalanladılar. Derken gölge gününün azabı onları yakaladı. Şüphesiz o, büyük bir günün azabı idi.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿٠٩١﴾
190 - Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ ﴿١٩١﴾
191 - Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
وَاِنَّهُ لَتَنْز۪يلُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ ﴿٢٩١﴾
192 - Şüphesiz bu Kur’an, âlemlerin Rabbi’nin indirmesidir.
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَم۪ينُۙ ﴿٣٩١﴾
عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَۙ ﴿٤٩١﴾
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُب۪ينٍۜ ﴿٥٩١﴾
(193-195) Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.
وَاِنَّهُ لَف۪ي زُبُرِ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٦٩١﴾
196 - Şüphesiz bu (Kur’an’ın indirileceği) öncekilerin kitaplarında da vardı.
اَوَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ اٰيَةً اَنْ يَعْلَمَهُ عُلَمٰٓؤُ۬ا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ ﴿٧٩١﴾
197 - İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar (Mekke müşrikleri) için bir delil değil midir?
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَم۪ينَۙ ﴿٨٩١﴾
فَقَرَاَهُ عَلَيْهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ مُؤْمِن۪ينَۜ ﴿٩٩١﴾
(198-199) Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik ve o da bunu kendilerine okusaydı, yine buna inanmazlardı.
كَذٰلِكَ سَلَكْنَاهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۜ ﴿٠٠٢﴾
200 - İşte böylece biz onu (Kur’an’ı) suçluların kalbine soktuk.
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۙ ﴿١٠٢﴾
فَيَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ ﴿٢٠٢﴾
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ ﴿٣٠٢﴾
(201-203) Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, “Bize mühlet verilmez mi?” demedikçe, ona inanmazlar.
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ ﴿٤٠٢﴾
204 - Bizim azabımızın çabuklaşmasını mı istiyorlar?
اَفَرَاَيْتَ اِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِن۪ينَۙ ﴿٥٠٢﴾
205 - Ey Muhammed! Ne dersin; biz onları yıllarca (dünya nimetlerinden) yararlandırsak,
ثُمَّ جَٓاءَهُمْ مَا كَانُوا يُوعَدُونَۙ ﴿٦٠٢﴾
206 - Sonra da kendilerine tehdit edildikleri şey gelse, (hâlleri nice olurdu?)
184 - “Sizi ve önceki nesilleri yaratana karşı gelmekten sakının.”
قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۙ ﴿٥٨١﴾
185 - Onlar şöyle dediler: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.”
وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ ﴿٦٨١﴾
186 - “Sen sadece bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”
فَاَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفاً مِنَ السَّمَٓاءِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَۜ ﴿٧٨١﴾
187 - “Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi gökten üzerimize bir parça düşür.”
قَالَ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿٨٨١﴾
188 - Şu’ayb, “Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir” dedi.
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِۜ اِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ﴿٩٨١﴾
189 - Onlar Şu’ayb’ı yalanladılar. Derken gölge gününün azabı onları yakaladı. Şüphesiz o, büyük bir günün azabı idi.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿٠٩١﴾
190 - Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ ﴿١٩١﴾
191 - Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
وَاِنَّهُ لَتَنْز۪يلُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ ﴿٢٩١﴾
192 - Şüphesiz bu Kur’an, âlemlerin Rabbi’nin indirmesidir.
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَم۪ينُۙ ﴿٣٩١﴾
عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَۙ ﴿٤٩١﴾
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُب۪ينٍۜ ﴿٥٩١﴾
(193-195) Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.
وَاِنَّهُ لَف۪ي زُبُرِ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٦٩١﴾
196 - Şüphesiz bu (Kur’an’ın indirileceği) öncekilerin kitaplarında da vardı.
اَوَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ اٰيَةً اَنْ يَعْلَمَهُ عُلَمٰٓؤُ۬ا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ ﴿٧٩١﴾
197 - İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar (Mekke müşrikleri) için bir delil değil midir?
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَم۪ينَۙ ﴿٨٩١﴾
فَقَرَاَهُ عَلَيْهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ مُؤْمِن۪ينَۜ ﴿٩٩١﴾
(198-199) Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik ve o da bunu kendilerine okusaydı, yine buna inanmazlardı.
كَذٰلِكَ سَلَكْنَاهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۜ ﴿٠٠٢﴾
200 - İşte böylece biz onu (Kur’an’ı) suçluların kalbine soktuk.
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۙ ﴿١٠٢﴾
فَيَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ ﴿٢٠٢﴾
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ ﴿٣٠٢﴾
(201-203) Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, “Bize mühlet verilmez mi?” demedikçe, ona inanmazlar.
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ ﴿٤٠٢﴾
204 - Bizim azabımızın çabuklaşmasını mı istiyorlar?
اَفَرَاَيْتَ اِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِن۪ينَۙ ﴿٥٠٢﴾
205 - Ey Muhammed! Ne dersin; biz onları yıllarca (dünya nimetlerinden) yararlandırsak,
ثُمَّ جَٓاءَهُمْ مَا كَانُوا يُوعَدُونَۙ ﴿٦٠٢﴾
206 - Sonra da kendilerine tehdit edildikleri şey gelse, (hâlleri nice olurdu?)
Yükleniyor...