يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ ﴿٢٥﴾

52 - “Sen de tekrar dirilmeyi tasdik edenlerden misin?” derdi.

ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ ﴿٣٥﴾

53 - “Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi hesaba çekileceğiz?”

قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ ﴿٤٥﴾

54 - Konuşan o kimse, yanındakilere, “Bakar mısınız, hâli ne oldu?” der.

فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ ﴿٥٥﴾

55 - Kendisi de bakar ve onu cehennemin ortasında görür.

قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ ﴿٦٥﴾

56 - Ona şöyle der: “Allah’a andolsun, neredeyse beni de helâk edecektin.”

وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ ﴿٧٥﴾

57 - “Rabbimin nimeti olmasaydı, mutlaka ben de cehenneme konulanlardan olmuştum.”

اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ ﴿٨٥﴾

اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ ﴿٩٥﴾

(58-59) “Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?”

اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿٠٦﴾

60 - Şüphesiz bu (cennetteki nimetlere ulaşmak) büyük bir başarıdır.

لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ ﴿١٦﴾

61 - Çalışanlar böylesi için çalışsınlar!

اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ ﴿٢٦﴾

62 - Ziyafet olarak bu mu daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?

اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ ﴿٣٦﴾

63 - Şüphesiz biz onu zalimler için bir imtihan aracı kıldık.

اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ ﴿٤٦﴾

64 - O, cehennemin dibinde biten bir ağaçtır.

طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ ﴿٥٦﴾

65 - Onun meyveleri sanki şeytanların kafalarıdır.

فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ ﴿٦٦﴾

66 - Cehennemlikler ondan yiyecekler ve onunla karınlarını dolduracaklardır.

ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ ﴿٧٦﴾

67 - Sonra onlar için bunun üstüne kaynar sudan karışık bir içecek vardır.

ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ ﴿٨٦﴾

68 - Sonra onların dönüşleri mutlaka cehennemedir.

اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ ﴿٩٦﴾

69 - Çünkü onlar babalarını sapık kimseler olarak buldular.

فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ ﴿٠٧﴾

70 - Kendileri de onların izinden koşa koşa gitmektedirler.

وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ ﴿١٧﴾

71 - Andolsun, onlardan önce, evvelkilerin çoğu da sapmıştı.

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ ﴿٢٧﴾

72 - Andolsun, biz onlara da uyarıcılar göndermiştik.

فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ ﴿٣٧﴾

73 - Bak, uyarılanların sonu nasıl oldu!

اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟ ﴿٤٧﴾

74 - Ancak Allah’ın ihlâslı kulları başka.

وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ ﴿٥٧﴾

75 - Andolsun, Nûh bize dua edip seslenmişti. Biz ne güzel cevap vereniz!

وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ ﴿٦٧﴾

76 - Onu ve ailesini o büyük sıkıntıdan kurtardık.

Yükleniyor...