اِنْ هٰذَٓا اِلَّا خُلُقُ الْاَوَّل۪ينَۙ ﴿٧٣١﴾
137 - “Bu, öncekilerin geleneklerinden başka bir şey değildir.”
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَۚ ﴿٨٣١﴾
138 - “Biz azaba uğratılacak da değiliz.”
فَكَذَّبُوهُ فَاَهْلَكْنَاهُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿٩٣١﴾
139 - Böylece onlar Hûd’u yalanladılar. Biz de bu yüzden onları helâk ettik. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ ﴿٠٤١﴾
140 - Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَل۪ينَۚ ﴿١٤١﴾
141 - Semûd kavmi de Peygamberleri yalanladı.
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ صَالِحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ ﴿٢٤١﴾
142 - Hani kardeşleri Salih, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ ﴿٣٤١﴾
143 - “Ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ ﴿٤٤١﴾
144 - “Öyle ise Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!”
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ ﴿٥٤١﴾
145 - “Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
اَتُتْرَكُونَ ف۪ي مَا هٰهُنَٓا اٰمِن۪ينَۙ ﴿٦٤١﴾
ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ ﴿٧٤١﴾
وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَض۪يمٌۚ ﴿٨٤١﴾
(146-148) “Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?”
وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً فَارِه۪ينَۚ ﴿٩٤١﴾
149 - “Bir de dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz.”
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ ﴿٠٥١﴾
150 - “Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
وَلَا تُط۪يعُٓوا اَمْرَ الْمُسْرِف۪ينَۙ ﴿١٥١﴾
اَلَّذ۪ينَ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ ﴿٢٥١﴾
(151-152) “Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran haddi aşmışların emrine itaat etmeyin.”
قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۚ ﴿٣٥١﴾
153 - Dediler ki: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.”
مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۚ فَأْتِ بِاٰيَةٍ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ ﴿٤٥١﴾
154 - “Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize bir mucize getir.”
قَالَ هٰذِه۪ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍۚ ﴿٥٥١﴾
155 - Salih, şöyle dedi: “İşte bir dişi deve! Onun (belli bir gün) su içme hakkı var, sizin de belli bir gün su içme hakkınız vardır.”
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ﴿٦٥١﴾
156 - “Sakın ona bir kötülük dokundurmayın. Yoksa büyük bir günün azabı sizi yakalar.”
فَعَقَرُوهَا فَاَصْبَحُوا نَادِم۪ينَۙ ﴿٧٥١﴾
157 - Derken onu kestiler, fakat pişman oldular.
فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿٨٥١﴾
158 - Böylece onları azap yakaladı. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ ﴿٩٥١﴾
159 - Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
137 - “Bu, öncekilerin geleneklerinden başka bir şey değildir.”
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَۚ ﴿٨٣١﴾
138 - “Biz azaba uğratılacak da değiliz.”
فَكَذَّبُوهُ فَاَهْلَكْنَاهُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿٩٣١﴾
139 - Böylece onlar Hûd’u yalanladılar. Biz de bu yüzden onları helâk ettik. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ ﴿٠٤١﴾
140 - Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَل۪ينَۚ ﴿١٤١﴾
141 - Semûd kavmi de Peygamberleri yalanladı.
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ صَالِحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ ﴿٢٤١﴾
142 - Hani kardeşleri Salih, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ ﴿٣٤١﴾
143 - “Ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ ﴿٤٤١﴾
144 - “Öyle ise Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!”
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ ﴿٥٤١﴾
145 - “Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
اَتُتْرَكُونَ ف۪ي مَا هٰهُنَٓا اٰمِن۪ينَۙ ﴿٦٤١﴾
ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ ﴿٧٤١﴾
وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَض۪يمٌۚ ﴿٨٤١﴾
(146-148) “Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?”
وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً فَارِه۪ينَۚ ﴿٩٤١﴾
149 - “Bir de dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz.”
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ ﴿٠٥١﴾
150 - “Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
وَلَا تُط۪يعُٓوا اَمْرَ الْمُسْرِف۪ينَۙ ﴿١٥١﴾
اَلَّذ۪ينَ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ ﴿٢٥١﴾
(151-152) “Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran haddi aşmışların emrine itaat etmeyin.”
قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۚ ﴿٣٥١﴾
153 - Dediler ki: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.”
مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۚ فَأْتِ بِاٰيَةٍ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ ﴿٤٥١﴾
154 - “Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize bir mucize getir.”
قَالَ هٰذِه۪ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍۚ ﴿٥٥١﴾
155 - Salih, şöyle dedi: “İşte bir dişi deve! Onun (belli bir gün) su içme hakkı var, sizin de belli bir gün su içme hakkınız vardır.”
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ﴿٦٥١﴾
156 - “Sakın ona bir kötülük dokundurmayın. Yoksa büyük bir günün azabı sizi yakalar.”
فَعَقَرُوهَا فَاَصْبَحُوا نَادِم۪ينَۙ ﴿٧٥١﴾
157 - Derken onu kestiler, fakat pişman oldular.
فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿٨٥١﴾
158 - Böylece onları azap yakaladı. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ ﴿٩٥١﴾
159 - Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
Yükleniyor...