هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ ﴿٥١﴾
15 - (Ey Muhammed!) Mûsâ’nın haberi sana geldi mi?
إِذْ نَادَاهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى ﴿٦١﴾
16 - Hani, Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde şöyle seslenmişti:
اذْهَبْ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَىٰ ﴿٧١﴾
17 - “Haydi Firavun’a git! Çünkü o azmıştır.”
فَقُلْ هَلْ لَكَ إِلَىٰ أَنْ تَزَكَّىٰ ﴿٨١﴾
18 - “Ona de ki: İster misin (küfür ve isyanından) temizlenesin?
وَأَهْدِيَكَ إِلَىٰ رَبِّكَ فَتَخْشَىٰ ﴿٩١﴾
19 - Seni Rabbine ileteyim de O’na karşı derinden saygı duyup korkasın!”
فَأَرَاهُ الْآيَةَ الْكُبْرَىٰ ﴿٠٢﴾
20 - Derken Mûsâ ona en büyük mucizeyi gösterdi.
فَكَذَّبَ وَعَصَىٰ ﴿١٢﴾
21 - Fakat o, Mûsâ’yı yalanladı ve isyan etti.
ثُمَّ أَدْبَرَ يَسْعَىٰ ﴿٢٢﴾
22 - Sonra sırt dönüp koşarak gitti.
فَحَشَرَ فَنَادَىٰ ﴿٣٢﴾
23 - Hemen (adamlarını) topladı ve onlara seslendi:
فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَىٰ ﴿٤٢﴾
24 - “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi.
فَأَخَذَهُ اللَّهُ نَكَالَ الْآخِرَةِ وَالْأُولَىٰ ﴿٥٢﴾
25 - Allah onu, ibret verici şekilde dünya ve âhiret cezasıyla cezalandırdı.
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَعِبْرَةً لِمَنْ يَخْشَىٰ ﴿٦٢﴾
26 - Şüphesiz bunda Allah’tan sakınıp korkan kimseler için büyük bir ibret vardır.
أَأَنْتُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمِ السَّمَاءُ ۚ بَنَاهَا ﴿٧٢﴾
27 - (Ey inkârcılar!) Sizi yaratmak mı daha zor, yoksa göğü yaratmak mı? Onu Allah kurmuştur.
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوَّاهَا ﴿٨٢﴾
28 - Onu yükseltmiş ve ona düzen ve âhenk vermiştir.
وَأَغْطَشَ لَيْلَهَا وَأَخْرَجَ ضُحَاهَا ﴿٩٢﴾
29 - O göğün gecesini karanlık yaptı, ışığını da çıkardı.
وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذَٰلِكَ دَحَاهَا ﴿٠٣﴾
30 - Ardından yeri düzenleyip döşedi.
أَخْرَجَ مِنْهَا مَاءَهَا وَمَرْعَاهَا ﴿١٣﴾
31 - Ondan suyunu ve merasını çıkardı.
وَالْجِبَالَ أَرْسَاهَا ﴿٢٣﴾
32 - Dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi.
مَتَاعًا لَكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ ﴿٣٣﴾
33 - Bunları sizin için ve hayvanlarınız için bir yarar kaynağı yaptı.
فَإِذَا جَاءَتِ الطَّامَّةُ الْكُبْرَىٰ ﴿٤٣﴾
يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْإِنْسَانُ مَا سَعَىٰ ﴿٥٣﴾
(34-35) En büyük felaket (kıyamet) geldiği zaman, o gün insan yaptıklarını hatırlar.
وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِمَنْ يَرَىٰ ﴿٦٣﴾
36 - Cehennem, görenler için apaçık bir şekilde gösterilir.
فَأَمَّا مَنْ طَغَىٰ ﴿٧٣﴾
وَآثَرَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا ﴿٨٣﴾
فَإِنَّ الْجَحِيمَ هِيَ الْمَأْوَىٰ ﴿٩٣﴾
(37-39) Kim azgınlık eder ve dünya hayatını tercih ederse, şüphesiz, cehennem onun sığınağıdır.
وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَىٰ ﴿٠٤﴾
فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَىٰ ﴿١٤﴾
(40-41) Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.
يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا ﴿٢٤﴾
42 - Sana, kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar.
فِيمَ أَنْتَ مِنْ ذِكْرَاهَا ﴿٣٤﴾
43 - Onu bilip söylemek nerede, sen nerede?
إِلَىٰ رَبِّكَ مُنْتَهَاهَا ﴿٤٤﴾
44 - Onun nihai bilgisi yalnız Rabbine âittir.
إِنَّمَا أَنْتَ مُنْذِرُ مَنْ يَخْشَاهَا ﴿٥٤﴾
45 - Sen, ancak ondan korkanları uyarıcısın.
كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا عَشِيَّةً أَوْ ضُحَاهَا ﴿٦٤﴾
46 - Kıyameti gördükleri gün onlar, sanki dünyada ancak bir akşam, yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış gibidirler.
15 - (Ey Muhammed!) Mûsâ’nın haberi sana geldi mi?
إِذْ نَادَاهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى ﴿٦١﴾
16 - Hani, Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde şöyle seslenmişti:
اذْهَبْ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَىٰ ﴿٧١﴾
17 - “Haydi Firavun’a git! Çünkü o azmıştır.”
فَقُلْ هَلْ لَكَ إِلَىٰ أَنْ تَزَكَّىٰ ﴿٨١﴾
18 - “Ona de ki: İster misin (küfür ve isyanından) temizlenesin?
وَأَهْدِيَكَ إِلَىٰ رَبِّكَ فَتَخْشَىٰ ﴿٩١﴾
19 - Seni Rabbine ileteyim de O’na karşı derinden saygı duyup korkasın!”
فَأَرَاهُ الْآيَةَ الْكُبْرَىٰ ﴿٠٢﴾
20 - Derken Mûsâ ona en büyük mucizeyi gösterdi.
فَكَذَّبَ وَعَصَىٰ ﴿١٢﴾
21 - Fakat o, Mûsâ’yı yalanladı ve isyan etti.
ثُمَّ أَدْبَرَ يَسْعَىٰ ﴿٢٢﴾
22 - Sonra sırt dönüp koşarak gitti.
فَحَشَرَ فَنَادَىٰ ﴿٣٢﴾
23 - Hemen (adamlarını) topladı ve onlara seslendi:
فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَىٰ ﴿٤٢﴾
24 - “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi.
فَأَخَذَهُ اللَّهُ نَكَالَ الْآخِرَةِ وَالْأُولَىٰ ﴿٥٢﴾
25 - Allah onu, ibret verici şekilde dünya ve âhiret cezasıyla cezalandırdı.
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَعِبْرَةً لِمَنْ يَخْشَىٰ ﴿٦٢﴾
26 - Şüphesiz bunda Allah’tan sakınıp korkan kimseler için büyük bir ibret vardır.
أَأَنْتُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمِ السَّمَاءُ ۚ بَنَاهَا ﴿٧٢﴾
27 - (Ey inkârcılar!) Sizi yaratmak mı daha zor, yoksa göğü yaratmak mı? Onu Allah kurmuştur.
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوَّاهَا ﴿٨٢﴾
28 - Onu yükseltmiş ve ona düzen ve âhenk vermiştir.
وَأَغْطَشَ لَيْلَهَا وَأَخْرَجَ ضُحَاهَا ﴿٩٢﴾
29 - O göğün gecesini karanlık yaptı, ışığını da çıkardı.
وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذَٰلِكَ دَحَاهَا ﴿٠٣﴾
30 - Ardından yeri düzenleyip döşedi.
أَخْرَجَ مِنْهَا مَاءَهَا وَمَرْعَاهَا ﴿١٣﴾
31 - Ondan suyunu ve merasını çıkardı.
وَالْجِبَالَ أَرْسَاهَا ﴿٢٣﴾
32 - Dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi.
مَتَاعًا لَكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ ﴿٣٣﴾
33 - Bunları sizin için ve hayvanlarınız için bir yarar kaynağı yaptı.
فَإِذَا جَاءَتِ الطَّامَّةُ الْكُبْرَىٰ ﴿٤٣﴾
يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْإِنْسَانُ مَا سَعَىٰ ﴿٥٣﴾
(34-35) En büyük felaket (kıyamet) geldiği zaman, o gün insan yaptıklarını hatırlar.
وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِمَنْ يَرَىٰ ﴿٦٣﴾
36 - Cehennem, görenler için apaçık bir şekilde gösterilir.
فَأَمَّا مَنْ طَغَىٰ ﴿٧٣﴾
وَآثَرَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا ﴿٨٣﴾
فَإِنَّ الْجَحِيمَ هِيَ الْمَأْوَىٰ ﴿٩٣﴾
(37-39) Kim azgınlık eder ve dünya hayatını tercih ederse, şüphesiz, cehennem onun sığınağıdır.
وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَىٰ ﴿٠٤﴾
فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَىٰ ﴿١٤﴾
(40-41) Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.
يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا ﴿٢٤﴾
42 - Sana, kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar.
فِيمَ أَنْتَ مِنْ ذِكْرَاهَا ﴿٣٤﴾
43 - Onu bilip söylemek nerede, sen nerede?
إِلَىٰ رَبِّكَ مُنْتَهَاهَا ﴿٤٤﴾
44 - Onun nihai bilgisi yalnız Rabbine âittir.
إِنَّمَا أَنْتَ مُنْذِرُ مَنْ يَخْشَاهَا ﴿٥٤﴾
45 - Sen, ancak ondan korkanları uyarıcısın.
كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا عَشِيَّةً أَوْ ضُحَاهَا ﴿٦٤﴾
46 - Kıyameti gördükleri gün onlar, sanki dünyada ancak bir akşam, yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış gibidirler.
Yükleniyor...