سَنَسِمُهُ عَلَى الْخُرْطُومِ ﴿٦١﴾
16 - Yakında biz onun burnunu damgalayacağız.
اِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَٓا اَصْحَابَ الْجَنَّةِۚ اِذْ اَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِح۪ينَۙ ﴿٧١﴾
17 - Şüphesiz biz, vaktiyle “bahçe sahipleri”ne belâ verdiğimiz gibi, onlara (Mekkeli inkârcılara) da belâ verdik. Hani o bahçe sahipleri, sabah erkenden (fakirler gelmeden) bahçenin ürünlerini devşirmeye yemin etmişlerdi.
وَلَا يَسْتَثْنُونَ ﴿٨١﴾
18 - (Bunu tasarlarken) istisna da yapmıyorlardı. (“İnşaallah” demiyorlardı.)
فَطَافَ عَلَيْهَا طَٓائِفٌ مِنْ رَبِّكَ وَهُمْ نَٓائِمُونَ ﴿٩١﴾
19 - Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet (ateş) bahçeyi sardı.
فَاَصْبَحَتْ كَالصَّر۪يمِ ﴿٠٢﴾
20 - Böylece bahçe, (anızı) yakılmış toprağa döndü.
فَتَنَادَوْا مُصْبِح۪ينَۙ ﴿١٢﴾
اَنِ اغْدُوا عَلٰى حَرْثِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَارِم۪ينَ ﴿٢٢﴾
(21-22) Derken, sabahleyin birbirlerine, “Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin” diye seslendiler.
فَانْطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَۙ ﴿٣٢﴾
اَنْ لَا يَدْخُلَنَّهَا الْيَوْمَ عَلَيْكُمْ مِسْك۪ينٌ ﴿٤٢﴾
(23-24) Bunun üzerine, “Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın” diye fısıldaşarak yola koyuldular.
وَغَدَوْا عَلٰى حَرْدٍ قَادِر۪ينَ ﴿٥٢﴾
25 - (Yoksullara yardım etmeğe) güçleri yettiği hâlde (böyle söyleyerek) erkenden yola çıktılar.
فَلَمَّا رَاَوْهَا قَالُٓوا اِنَّا لَضَٓالُّونَۙ ﴿٦٢﴾
26 - Fakat bahçeyi o hâlde gördüklerinde, “Biz mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!” dediler.
بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ ﴿٧٢﴾
27 - (Gerçeği anlayınca da), “Hayır, meğer biz mahrum bırakılmışız!” dediler.
قَالَ اَوْسَطُهُمْ اَلَمْ اَقُلْ لَـكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ ﴿٨٢﴾
28 - Onların en akl-ı selim sahibi olanı, “Ben size ‘Rabbinizi tespih etseydiniz ya! dememiş miydim?” dedi.
قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ ﴿٩٢﴾
29 - Onlar, “Rabbimizi tesbih ederiz (yüceltiriz). Şüphesiz biz zalim kimseler imişiz” dediler.
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ ﴿٠٣﴾
30 - Bunun üzerine birbirlerini kınamaya başladılar.
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا طَاغ۪ينَ ﴿١٣﴾
31 - Şöyle dediler: “Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz!”
عَسٰى رَبُّنَٓا اَنْ يُبْدِلَنَا خَيْراً مِنْهَٓا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا رَاغِبُونَ ﴿٢٣﴾
32 - “Umulur ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz artık Rabbimizi arzulayanlarız.”
كَذٰلِكَ الْعَذَابُۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ۟ ﴿٣٣﴾
33 - İşte böyledir azap! Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür; ah bir bilselerdi!
اِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ ﴿٤٣﴾
34 - Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında Naîm cennetleri vardır.
اَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِم۪ينَ كَالْمُجْرِم۪ينَۜ ﴿٥٣﴾
35 - Biz müslümanları suçlular gibi kılar mıyız?
مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَۚ ﴿٦٣﴾
36 - Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?
اَمْ لَـكُمْ كِتَابٌ ف۪يهِ تَدْرُسُونَۙ ﴿٧٣﴾
37 - Yoksa size ait bir kitabınız var da (bu batıl hükümleri) ondan mı okuyorsunuz?
اِنَّ لَـكُمْ ف۪يهِ لَمَا تَخَيَّرُونَۚ ﴿٨٣﴾
38 - Onda, “Seçip beğendiğiniz her şey mutlaka sizindir” (diye mi yazılı?)
اَمْ لَـكُمْ اَيْمَانٌ عَلَيْنَا بَالِغَةٌ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۙ اِنَّ لَـكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَۚ ﴿٩٣﴾
39 - Yahut bizden, her ne hükmederseniz mutlaka öyle olacağına dair Kıyamete kadar sürecek kesin sözler mi aldınız?
سَلْهُمْ اَيُّهُمْ بِذٰلِكَ زَع۪يمٌۚۛ ﴿٠٤﴾
40 - Sor onlara: “Onların hangisi bu (iddianın doğruluğu)na kefildir?”
اَمْ لَهُمْ شُرَكَٓاءُۚۛ فَلْيَأْتُوا بِشُرَكَٓائِهِمْ اِنْ كَانُوا صَادِق۪ينَ ﴿١٤﴾
41 - Yoksa onların ortakları mı var? Doğru söyleyenler iseler, haydi getirsinler ortaklarını!
يَوْمَ يُكْشَفُ عَنْ سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَۙ ﴿٢٤﴾
16 - Yakında biz onun burnunu damgalayacağız.
اِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَٓا اَصْحَابَ الْجَنَّةِۚ اِذْ اَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِح۪ينَۙ ﴿٧١﴾
17 - Şüphesiz biz, vaktiyle “bahçe sahipleri”ne belâ verdiğimiz gibi, onlara (Mekkeli inkârcılara) da belâ verdik. Hani o bahçe sahipleri, sabah erkenden (fakirler gelmeden) bahçenin ürünlerini devşirmeye yemin etmişlerdi.
وَلَا يَسْتَثْنُونَ ﴿٨١﴾
18 - (Bunu tasarlarken) istisna da yapmıyorlardı. (“İnşaallah” demiyorlardı.)
فَطَافَ عَلَيْهَا طَٓائِفٌ مِنْ رَبِّكَ وَهُمْ نَٓائِمُونَ ﴿٩١﴾
19 - Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet (ateş) bahçeyi sardı.
فَاَصْبَحَتْ كَالصَّر۪يمِ ﴿٠٢﴾
20 - Böylece bahçe, (anızı) yakılmış toprağa döndü.
فَتَنَادَوْا مُصْبِح۪ينَۙ ﴿١٢﴾
اَنِ اغْدُوا عَلٰى حَرْثِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَارِم۪ينَ ﴿٢٢﴾
(21-22) Derken, sabahleyin birbirlerine, “Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin” diye seslendiler.
فَانْطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَۙ ﴿٣٢﴾
اَنْ لَا يَدْخُلَنَّهَا الْيَوْمَ عَلَيْكُمْ مِسْك۪ينٌ ﴿٤٢﴾
(23-24) Bunun üzerine, “Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın” diye fısıldaşarak yola koyuldular.
وَغَدَوْا عَلٰى حَرْدٍ قَادِر۪ينَ ﴿٥٢﴾
25 - (Yoksullara yardım etmeğe) güçleri yettiği hâlde (böyle söyleyerek) erkenden yola çıktılar.
فَلَمَّا رَاَوْهَا قَالُٓوا اِنَّا لَضَٓالُّونَۙ ﴿٦٢﴾
26 - Fakat bahçeyi o hâlde gördüklerinde, “Biz mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!” dediler.
بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ ﴿٧٢﴾
27 - (Gerçeği anlayınca da), “Hayır, meğer biz mahrum bırakılmışız!” dediler.
قَالَ اَوْسَطُهُمْ اَلَمْ اَقُلْ لَـكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ ﴿٨٢﴾
28 - Onların en akl-ı selim sahibi olanı, “Ben size ‘Rabbinizi tespih etseydiniz ya! dememiş miydim?” dedi.
قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ ﴿٩٢﴾
29 - Onlar, “Rabbimizi tesbih ederiz (yüceltiriz). Şüphesiz biz zalim kimseler imişiz” dediler.
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ ﴿٠٣﴾
30 - Bunun üzerine birbirlerini kınamaya başladılar.
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا طَاغ۪ينَ ﴿١٣﴾
31 - Şöyle dediler: “Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz!”
عَسٰى رَبُّنَٓا اَنْ يُبْدِلَنَا خَيْراً مِنْهَٓا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا رَاغِبُونَ ﴿٢٣﴾
32 - “Umulur ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz artık Rabbimizi arzulayanlarız.”
كَذٰلِكَ الْعَذَابُۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ۟ ﴿٣٣﴾
33 - İşte böyledir azap! Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür; ah bir bilselerdi!
اِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ ﴿٤٣﴾
34 - Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında Naîm cennetleri vardır.
اَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِم۪ينَ كَالْمُجْرِم۪ينَۜ ﴿٥٣﴾
35 - Biz müslümanları suçlular gibi kılar mıyız?
مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَۚ ﴿٦٣﴾
36 - Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?
اَمْ لَـكُمْ كِتَابٌ ف۪يهِ تَدْرُسُونَۙ ﴿٧٣﴾
37 - Yoksa size ait bir kitabınız var da (bu batıl hükümleri) ondan mı okuyorsunuz?
اِنَّ لَـكُمْ ف۪يهِ لَمَا تَخَيَّرُونَۚ ﴿٨٣﴾
38 - Onda, “Seçip beğendiğiniz her şey mutlaka sizindir” (diye mi yazılı?)
اَمْ لَـكُمْ اَيْمَانٌ عَلَيْنَا بَالِغَةٌ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۙ اِنَّ لَـكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَۚ ﴿٩٣﴾
39 - Yahut bizden, her ne hükmederseniz mutlaka öyle olacağına dair Kıyamete kadar sürecek kesin sözler mi aldınız?
سَلْهُمْ اَيُّهُمْ بِذٰلِكَ زَع۪يمٌۚۛ ﴿٠٤﴾
40 - Sor onlara: “Onların hangisi bu (iddianın doğruluğu)na kefildir?”
اَمْ لَهُمْ شُرَكَٓاءُۚۛ فَلْيَأْتُوا بِشُرَكَٓائِهِمْ اِنْ كَانُوا صَادِق۪ينَ ﴿١٤﴾
41 - Yoksa onların ortakları mı var? Doğru söyleyenler iseler, haydi getirsinler ortaklarını!
يَوْمَ يُكْشَفُ عَنْ سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَۙ ﴿٢٤﴾
Yükleniyor...