idi. Lâkayd ve gafletlikle hasm-ı tabiat-yılan
Gediği açtı cephenin arkasında, dinsizlik hücum etti, millet epey sarsıldı. En ileri karakol, İslâmiyet ruhuyla tenevvür etmiş cinan.
En mütesallib olmalı, en müteyakkız olmalı yahut o dar olmamalı, İslâmı aldatmamalı. İmanın yeri kalbdir; dimağ ise oluyor ma'kes-i nur-u iman.
Bazan da mücahiddir, bazan süpürgecidir. Dimağda vesveseler, hem pek çok ihtimaller kalb içine girmese, sarsılmaz iman, vicdan.
Yoksa bazıların zannınca iman dimağda olsa; ruh-u iman olan hakkalyakîne, ihtimalât-ı kesîre olur birer hasm-i bîeman.
Kalb ile vicdan, mahall-i iman. Hads ile ilham, delil-i iman. Bir hiss-i sâdis; tarîk-ı iman... Fikr ile dimağ, bekçi-i iman.
* * *
Talim-i nazariyattan ziyade, tezkir-i müsellemata ihtiyaç var
Zaruriyat-ı dinî, müsellemat-ı Şer'î; kulûblerde hasıldır, ihtar ile huzuru, tezkir ile şuuru.
Matlub da hasıl olur. İbare-i Arabî
{(*): On sene sonra gelen bir hâdiseyi hissetmiş, mukabeleye çalışmış.}
daha ulvî ediyor tezkiri, hem ihtarı.
Onun için Cum'ada hutbe-i Arabiye, zaruriyatı ihtar, müsellematı tezkir, maalkifaye olur onun tarz-ı tezkiri.
Nazariyatı talim onda maksud değildir. Hem İslâmın vahdanî sîmasında şu Arabî ibare bir nakş-ı vahdettir; kabul etmez teksiri.
* * *
Hadîs der âyete: Sana yetişmek muhal!
Hadîs ile âyeti müvazene edersen, bilbedahe görürsün beşerin en beligi, vahyin de mübelliği, o dahi baliğ olmaz
Belâgat-ı âyete. O da ona benzemez. Demek ki: Lisan-ı Ahmedî'den gelen herbir kelâm her dem onun olamaz.
* * *
Gediği açtı cephenin arkasında, dinsizlik hücum etti, millet epey sarsıldı. En ileri karakol, İslâmiyet ruhuyla tenevvür etmiş cinan.
En mütesallib olmalı, en müteyakkız olmalı yahut o dar olmamalı, İslâmı aldatmamalı. İmanın yeri kalbdir; dimağ ise oluyor ma'kes-i nur-u iman.
Bazan da mücahiddir, bazan süpürgecidir. Dimağda vesveseler, hem pek çok ihtimaller kalb içine girmese, sarsılmaz iman, vicdan.
Yoksa bazıların zannınca iman dimağda olsa; ruh-u iman olan hakkalyakîne, ihtimalât-ı kesîre olur birer hasm-i bîeman.
Kalb ile vicdan, mahall-i iman. Hads ile ilham, delil-i iman. Bir hiss-i sâdis; tarîk-ı iman... Fikr ile dimağ, bekçi-i iman.
Talim-i nazariyattan ziyade, tezkir-i müsellemata ihtiyaç var
Zaruriyat-ı dinî, müsellemat-ı Şer'î; kulûblerde hasıldır, ihtar ile huzuru, tezkir ile şuuru.
Matlub da hasıl olur. İbare-i Arabî
{(*): On sene sonra gelen bir hâdiseyi hissetmiş, mukabeleye çalışmış.}
daha ulvî ediyor tezkiri, hem ihtarı.
Onun için Cum'ada hutbe-i Arabiye, zaruriyatı ihtar, müsellematı tezkir, maalkifaye olur onun tarz-ı tezkiri.
Nazariyatı talim onda maksud değildir. Hem İslâmın vahdanî sîmasında şu Arabî ibare bir nakş-ı vahdettir; kabul etmez teksiri.
Hadîs der âyete: Sana yetişmek muhal!
Hadîs ile âyeti müvazene edersen, bilbedahe görürsün beşerin en beligi, vahyin de mübelliği, o dahi baliğ olmaz
Belâgat-ı âyete. O da ona benzemez. Demek ki: Lisan-ı Ahmedî'den gelen herbir kelâm her dem onun olamaz.
Yükleniyor...