Risale-i Nuriye, esrar-ı kitabullah, âlemi ziyalandırdı ve inşâallah daimî ziyalandıracaktır. Ve öyle bir şaheserdir ki, selef-i sâlihînin eserlerinin sonunda gelmekle hepsinden ileridedir. Öyle mebzul bir feyz var ki, en zulmetli kalbleri dahi nur-u iman ile nurlandırır. Ve öyle bir marifet-i İlahiyeyi serd ü beyan eyler ki, körlere bile gösterdi.
O benim gözümün nuru, kalbimin süruru, gönlümün bülbülü, ruhumun gıdası, letaifimin incilâsı, canımın canı... Ben onun herbir hakikatına bin can versem, inşâallah bir cana mukabil bâkide bin can alacağım. O benim kabirde enîsim, berzahta refikim ve mizanda a'malim, Sırat'ta Burak'ım, Cennet'te yoldaşım...
Ben onun hakkında nasıl tarif edebilirim? Yirmisekizinci Mektub'da serdedilen
وَ مَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَت۪ى ٭ وَ لٰكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَت۪ى بِمُحَمَّدٍ
fehvasınca ben de derim:
وَ مَا مَدَحْتُ رِسَالَةَ النُّورِ بِمَقَالَت۪ى ٭ وَ لٰكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَت۪ى بِرِسَالَةِ النُّورِ
Hem ne haddime düşmüş ki, o menşur-u Kur'an'dan bahsedeyim! Olsa, olabilse bu fakir, ondan istişfa
اِسْتِشْفَاء
ve istişfa'
اِسْتِشْفَاع
ve istifaza edebilir. Şöyle ki:
گَرْ نَه خَواه۪ى دَادْ نَه دَاد۪ى خَواهْ
kaidesince rıza-yı Bâri'nin kendisinden hoşnud ve razı olmasını isteriz. Ve onun nuruyla dünyada bütün âlem-i İslâmın nurlanmasını isteriz. Ve talebelerinin dünyada birer arslan ve âhirette birer sultan olmasını ve Liva-ül Hamd sancağının altında, önde Üstadımızla, bütün talebeleriyle varmak isteriz.
Elhasıl:
İstemesini bilmediğim için maddî ve manevî bütün rızk ve ihtiyaçlarımızın verilmesini, Üstadımın istemesini isteriz. Orada bulunan kardeşlerimizin, başta Üstadımız olarak,
O benim gözümün nuru, kalbimin süruru, gönlümün bülbülü, ruhumun gıdası, letaifimin incilâsı, canımın canı... Ben onun herbir hakikatına bin can versem, inşâallah bir cana mukabil bâkide bin can alacağım. O benim kabirde enîsim, berzahta refikim ve mizanda a'malim, Sırat'ta Burak'ım, Cennet'te yoldaşım...
Ben onun hakkında nasıl tarif edebilirim? Yirmisekizinci Mektub'da serdedilen
وَ مَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَت۪ى ٭ وَ لٰكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَت۪ى بِمُحَمَّدٍ
fehvasınca ben de derim:
وَ مَا مَدَحْتُ رِسَالَةَ النُّورِ بِمَقَالَت۪ى ٭ وَ لٰكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَت۪ى بِرِسَالَةِ النُّورِ
Hem ne haddime düşmüş ki, o menşur-u Kur'an'dan bahsedeyim! Olsa, olabilse bu fakir, ondan istişfa
اِسْتِشْفَاء
ve istişfa'
اِسْتِشْفَاع
ve istifaza edebilir. Şöyle ki:
گَرْ نَه خَواه۪ى دَادْ نَه دَاد۪ى خَواهْ
kaidesince rıza-yı Bâri'nin kendisinden hoşnud ve razı olmasını isteriz. Ve onun nuruyla dünyada bütün âlem-i İslâmın nurlanmasını isteriz. Ve talebelerinin dünyada birer arslan ve âhirette birer sultan olmasını ve Liva-ül Hamd sancağının altında, önde Üstadımızla, bütün talebeleriyle varmak isteriz.
Elhasıl:
İstemesini bilmediğim için maddî ve manevî bütün rızk ve ihtiyaçlarımızın verilmesini, Üstadımın istemesini isteriz. Orada bulunan kardeşlerimizin, başta Üstadımız olarak,
Yükleniyor...