bırakıyor. Bazısını, nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avamı taciz edip yormayacak bir suret-i basitane ve zahiranede söylüyor?

Cevaben deriz ki:

Felsefe, hakikatın yolunu şaşırmış. Geçmiş derslerden anladın ki; Kur'an-ı Hakîm, şu kâinattan bahseder. Tâ zât ve sıfât ve esma-i İlahiyeyi bildirsin, Yani bu kitab-ı kâinatın maânîsini anlatıp, tâ Hâlıkı tanıttırsın. Demek Kur'an mevcudata, kendileri için değil; mûcidleri için bakıyor. Hem umuma hitab ediyor. İlm-i hikmet ise, mevcudata, mevcudat için bakıyor. Hem havassa ve ehl-i fenne hitab ediyor. Öyle ise madem ki Kur'an-ı Hakîm mevcudatı delil yapıyor, bürhan yapıyor, delil zahir olmak ve nazar-ı umumîde çabuk anlaşılmak gerektir.

Hem madem ki Kur'an-ı Mürşid, bütün tabakat-ı beşere hitab ediyor. Kesretli tabaka ise, tabaka-i avamdır. İrşad ister ki, lüzumsuz şeyleri ibham ile icmal etsin; dakik şeyleri, temsil ile takrib etsin. Mağlatalara düşürmemek için, nazar-ı zahirîlerinde bedihî olan şeyleri lüzumsuz, belki zararlı bir surette tağyir etmesin.

Yükleniyor...