نُزُلاً مِنْ غَفُورٍ رَح۪يمٍ۟﴿٢٣﴾

32. “Çok bağışlayıcı, çok esirgeyici (Allah)tan bir ziyafet olarak.

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلاً مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ اِنَّن۪ى مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ﴿٣٣﴾

33. (İnsanları) Allah’a çağıran, iyi şey yapan ve: “Şüphesiz ben Müslümanlardanım.” diyenden sözü daha güzel kimdir?

وَلَا تَسْتَوِى الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُۜ اِدْفَعْ بِالَّت۪ى هِىَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذ۪ى بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِىٌّ حَم۪يمٌ﴿٤٣﴾

34. İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzeli ile sav; o zaman seninle kendisi arasında düşmanlık olan, sanki sıcak bir dost olur.

{“Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et; onun ref’ine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmarene ve heva-i nefsine adâvet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için, mü’minlere adâvet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen; kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adâvet et. Evet, nasılki muhabbet sıfatı, muhabbete lâyıktır; öyle de adavet hasleti, her şeyden evvel kendisi adavete lâyıktır. Eğer hasmını mağlûb etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et. Çünki eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet tezayüd eder. Zâhiren mağlub bile olsa, kalben kin bağlar, adaveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen, nedamet eder; sana dost olur.” (M., Yirmi İkinci Mektub, Birinci Mebhas, Dördüncü Vecih, s.265)}

وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُواۚ وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا ذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ﴿٥٣﴾

35. Bunlar, ancak sabredenlere verilir. Bunlar, ancak büyük bir nasibe sahip olana verilir.

وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَالسَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ﴿٦٣﴾

36. Eğer seni, şeytandan (gelen kötü bir düşünce) kesin bir dürtme dürterse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyle işiten, kemaliyle bilendir.

{“İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsan kalben ve fikren hakaik-i İlâhiyeye bakıp düşündüğü zaman, bilhâssa namaz ve ibadet esnasında, gerek şeytan tarafından, gerek nefsi tarafından pek fena, pis ve çirkin vesveseler, hatıralar, sinekler gibi kalbe, akla hücum ederler. Bu gibi hevaî, vehmî ve çirkin şeylerin def’iyle uğraşan adam, o vesveselere mağlûb olur. Ancak onları mağlûb edip kaçırmak çaresi, müdafaayı terk edip onlar ile uğraşmamaktır.” (MN., Hubab, s.96)

“İfrata varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese teyakkuza sebebdir, taharriye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaydlığı atar, tehâvünü def’eder. Onun için Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş. Beşerin başına vuruyor. Şayet ziyade incitse, Hakîm-i Rahîm’e şekva etmeli

اَعُوذُباِللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

demeli.” (S., Yirmi Birinci Söz, s.278)

“İşte ey şeytanın desiselerine mübtelâ olan bîçare insan! Hayat-ı diniye, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-ı fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen; Muhkemât-ı Kur’aniyenin mîzanlarıyla ve Sünnet-i Seniyenin terazileriyle a’mal ve hatıratını tart ve Kur’anı ve Sünnet-i Seniyeyi daima rehber yap ve

اَعُوذُباِللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

de, Cenâb-ı Hakka ilticada bulun.” (L., On Üçüncü Lem’a sonu, s.89)}


وَمِنْ اٰيَاتِهِ الَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُۜ لَاتَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ى خَلَقَهُنَّ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ﴿٧٣﴾

Secde Âyeti

37. O’nun delillerinden biri de gece ile gündüz ve güneşle aydır. Ne Güneşe, ne de Aya secde etmeyin. Onları yaratan Allah’a secde edin; eğer O’na ibadet ediyorsanız (böyle yapın).

{Bu âyet-i kerime, Kur’an-ı Kerim’de geçen on dört secde âyetinin on birincisidir.(MB.)}

فَاِنِ اسْتَكْبَرُوا فَالَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ يُسَبِّحُونَ لَهُ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُمْ لَايَسْئَمُونَ﴿٨٣﴾

38. Eğer (insanlar, O’na secde etmekten) büyüklenirlerse, Rabbinin yanındaki(melek)ler O’nu, gece gündüz tesbih ederler ve onlar usanmazlar da.

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنَّكَ تَرَى الْاَرْضَ خَاشِعَةً فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْۜ اِنَّ الَّذ۪ٓى اَحْيَاهَا لَمُحْيِى الْمَوْتٰىۜ اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَد۪يرٌ﴿٩٣﴾

39. O’nun delillerinden olarak görürsün ki, yer boyun bükmüştür. Onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır. Şüphesiz onu dirilten (Allah), elbette ölüleri de diriltir. Çünkü O, her şeye kadirdir.

{(bk. Rum Sûresi 50. âyet açıklaması, s.69)}

اِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِۜ وَمَا تَخْرُجُ مِنْ ثَمَرَاتٍ مِنْ اَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ﴿٤۷﴾

(-)47. Kıyametin ilmi O’na(Allah’a) havale edilir. Meyvelerin kabuğundan çıkması, bir dişinin gebe kalması ve doğurması hep O’nun ilmi iledir. (O’nun bilgisi dahilindedir.)

{Not: Bu âyet-i kerimenin tamamı değil, bir kısmı alınmıştır.(MB.)}


Yükleniyor...