من ْسُورَةُ الْاَنْفَالِ
8. ENFAL SÛRESİ’NDEN
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ﴿٤٢﴾
24. Ey iman ederler! Sizi, size hayat verecek şeye davet ettiği zaman, Allah’a ve Resûlüne icabet edin. Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Şüphesiz siz O’nun huzurunda toplanacaksınız.
وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَاتُص۪يبَنَّ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ﴿٥٢﴾
25. Bir fitneden sakının ki, içinizden yalnız zulmedenlere dokunmaz. Bilin ki, Allah’ın azabı çok çetindir.
{“Yâni: ‘Bir belâ, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar.’ Şu âyetin sırrı şudur ki: Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dar-ı teklif ve mücahededir. İmtihan ve teklif, iktiza ederler ki, hakikatler perdeli kalıp, ta müsabaka ve mücahede ile Ebu Bekir'ler âlâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehil'ler esfel-i sâfilîne girsinler. Eğer masumlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar, Ebu Cehil'ler, aynen Ebu Bekir'ler gibi teslim olup, mücahede ile mânevî terakki kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı.” (S., On Dördüncü Söz Zeyli, s.172)}
من ْسُورَةُ التَّوْبَةِ
9. TEVBE SÛRESİ’NDEN
يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى اللّٰهُ اِلَّا ٓ اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ﴿٢٣﴾
32. Allah’ın nurunu ağızları ile söndürmek istiyorlar. Allah ise, kafirler hoş görmese de nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemiyor.
{“Şeâir-i İslâmiyeyi tağyire teşebbüs edenlerin senetleri ve hüccetleri, yine her fena şeylerde olduğu gibi, ecnebîleri körü körüne taklitçilik yüzünden geliyor."
"Diyorlar ki: ‘Londra’da ihtida edenler ve ecnebilerden imana gelenler; memleketlerinde ezan ve kamet gibi çok şeyleri kendi lisanlarına tercüme ediyorlar, yapıyorlar. Âlem-i İslâm onlara karşı sükût ediyor, itiraz etmiyor. Demek bir cevaz-ı şer’î var ki, sükût ediliyor?’ "
"Elcevab: Bu kıyasın o kadar zahir bir farkı var ki, hiçbir cihette onlara kıyas etmek ve onları taklid etmek zîşuurun kârı değildir. Çünki ecnebi diyarına, lisan-ı şeriatta ‘Dâr-ı Harb’ denilir. Dâr-ı Harbde çok şeylere cevaz olabilir ki, ‘Diyar-ı İslâm’ da mesağ olamaz.”
“Ey bîçareler! Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde otuz bin şahid, cenazeleriyle “El-mevtü hak” hükmünü imza ediyorlar ve o davaya şehadet ediyorlar. Ölümü öldürebilir misiniz? Bu şahidleri tekzib edebilir misiniz? Madem edemiyorsunuz; mevt, Allah Allah dedirtir. Sekeratta Allah Allah yerine; hangi topunuz, hangi tüfeğiniz, zulümat-ı ebedîyi o sekerattakinin önünde ışıklandırır, ye’s-i mutlakını ümid-i mutlaka çevirebilir? Madem ölüm var, kabre girilecek; bu hayat gidiyor, bâki bir hayat geliyor. Bir defa top tüfek denilse; bin defa Allah Allah demek lâzım gelir. Hem Allah yolunda olsa; tüfek de Allah der, top da Allahü Ekber diye bağırır, Allah ile iftar eder, imsâk eder...” (M., Yirmi Dokuzuncu Mektub, Yedinci Kısım, Birinci ve Üçüncü İşaretler, s.433 ve 438. Ayrıca bk. Ş., Birinci Şua, s.719; TH., Av.A.Şeref LAÇ’ın Müdâfası, s.660)}
هُوَ الَّذ۪ٓى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِكُلِّه۪ۙ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ﴿٣٣﴾
33. O ki, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderdi ki, onu bütün dinlerden üstün kılsın. İster ki müşrikler (Allah’a ortak koşanlar) hoşlanmasınlar!
{
هوالّذِى اَرْسَلَ رَسوله بِالْهُدَى وَدِينِ الحقِّ لِيُظْهِرَهُ على الدِّينِ كُلِّهِ
Kemal-i kat’iyyetle ihbar ediyor ki: ‘Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın getirdiği din, umum dinlere galebe çalacak.’ Halbuki o zamanda yüzer milyon tebaası bulunan Nasara ve Yahudi ve Mecusi dinleri ve Roma, Çin ve İran hükûmeti gibi yüzer milyon tebaası bulunan cihangir devletlerin edyan-ı resmîleri iken, kendi küçük kabîlesine karşı tam galebe edemeyen bir vaziyette bulunan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ın getirdiği din, umum dinlere galib ve umum devletlere muzaffer olacağını ihbar ediyor. Hem gayet vuzuh ve kat’iyyetle ihbar ediyor. İstikbâl, o haber-i gaybîyi, Bahr-i Muhit-i Şarkîden, Bahr-i Muhit-i Garbîye kadar İslâm kılıcının uzamasiyle tasdik etmiştir.” (L., Yedinci Lem’a, Dördüncüsü, s.30)}
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَا لَكُمْ اِذَا ق۪يلَ لَكُمُ انْفِرُوا ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ اثَّاقَلْتُمْ اِلَى الْاَرْضِۜ اَرَض۪يتُمْ بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا مِنَ اْلاٰخِرَةِۚ فَمَا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فِى اْلاٰخِرَةِ اِلَّا قَل۪يلٌ﴿٨٣﴾
38. Ey iman edenler! Size ne oluyor ki, size: “Allah yolunda seferber olun (savaşa çıkın).” denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Ahirete karşılık, dünya hayatına mı razı oldunuz? Dünya zevki, ahirete nisbetle pek azdır.
اِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا وَيَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَاتَضُرُّوهُ شَيْئًاۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَد۪يرٌ﴿٩٣﴾
39. Eğer seferber olmazsanız (savaşa çıkmazsanız) size acıklı bir azap eder ve sizin yerinize sizden başka bir topluluk getirir. O’na (Allah’a yahut Resûlüne) hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye kadirdir.
8. ENFAL SÛRESİ’NDEN
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ﴿٤٢﴾
24. Ey iman ederler! Sizi, size hayat verecek şeye davet ettiği zaman, Allah’a ve Resûlüne icabet edin. Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Şüphesiz siz O’nun huzurunda toplanacaksınız.
وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَاتُص۪يبَنَّ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ﴿٥٢﴾
25. Bir fitneden sakının ki, içinizden yalnız zulmedenlere dokunmaz. Bilin ki, Allah’ın azabı çok çetindir.
{“Yâni: ‘Bir belâ, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar.’ Şu âyetin sırrı şudur ki: Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dar-ı teklif ve mücahededir. İmtihan ve teklif, iktiza ederler ki, hakikatler perdeli kalıp, ta müsabaka ve mücahede ile Ebu Bekir'ler âlâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehil'ler esfel-i sâfilîne girsinler. Eğer masumlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar, Ebu Cehil'ler, aynen Ebu Bekir'ler gibi teslim olup, mücahede ile mânevî terakki kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı.” (S., On Dördüncü Söz Zeyli, s.172)}
من ْسُورَةُ التَّوْبَةِ
9. TEVBE SÛRESİ’NDEN
يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى اللّٰهُ اِلَّا ٓ اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ﴿٢٣﴾
32. Allah’ın nurunu ağızları ile söndürmek istiyorlar. Allah ise, kafirler hoş görmese de nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemiyor.
{“Şeâir-i İslâmiyeyi tağyire teşebbüs edenlerin senetleri ve hüccetleri, yine her fena şeylerde olduğu gibi, ecnebîleri körü körüne taklitçilik yüzünden geliyor."
"Diyorlar ki: ‘Londra’da ihtida edenler ve ecnebilerden imana gelenler; memleketlerinde ezan ve kamet gibi çok şeyleri kendi lisanlarına tercüme ediyorlar, yapıyorlar. Âlem-i İslâm onlara karşı sükût ediyor, itiraz etmiyor. Demek bir cevaz-ı şer’î var ki, sükût ediliyor?’ "
"Elcevab: Bu kıyasın o kadar zahir bir farkı var ki, hiçbir cihette onlara kıyas etmek ve onları taklid etmek zîşuurun kârı değildir. Çünki ecnebi diyarına, lisan-ı şeriatta ‘Dâr-ı Harb’ denilir. Dâr-ı Harbde çok şeylere cevaz olabilir ki, ‘Diyar-ı İslâm’ da mesağ olamaz.”
“Ey bîçareler! Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde otuz bin şahid, cenazeleriyle “El-mevtü hak” hükmünü imza ediyorlar ve o davaya şehadet ediyorlar. Ölümü öldürebilir misiniz? Bu şahidleri tekzib edebilir misiniz? Madem edemiyorsunuz; mevt, Allah Allah dedirtir. Sekeratta Allah Allah yerine; hangi topunuz, hangi tüfeğiniz, zulümat-ı ebedîyi o sekerattakinin önünde ışıklandırır, ye’s-i mutlakını ümid-i mutlaka çevirebilir? Madem ölüm var, kabre girilecek; bu hayat gidiyor, bâki bir hayat geliyor. Bir defa top tüfek denilse; bin defa Allah Allah demek lâzım gelir. Hem Allah yolunda olsa; tüfek de Allah der, top da Allahü Ekber diye bağırır, Allah ile iftar eder, imsâk eder...” (M., Yirmi Dokuzuncu Mektub, Yedinci Kısım, Birinci ve Üçüncü İşaretler, s.433 ve 438. Ayrıca bk. Ş., Birinci Şua, s.719; TH., Av.A.Şeref LAÇ’ın Müdâfası, s.660)}
هُوَ الَّذ۪ٓى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِكُلِّه۪ۙ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ﴿٣٣﴾
33. O ki, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderdi ki, onu bütün dinlerden üstün kılsın. İster ki müşrikler (Allah’a ortak koşanlar) hoşlanmasınlar!
{
هوالّذِى اَرْسَلَ رَسوله بِالْهُدَى وَدِينِ الحقِّ لِيُظْهِرَهُ على الدِّينِ كُلِّهِ
Kemal-i kat’iyyetle ihbar ediyor ki: ‘Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın getirdiği din, umum dinlere galebe çalacak.’ Halbuki o zamanda yüzer milyon tebaası bulunan Nasara ve Yahudi ve Mecusi dinleri ve Roma, Çin ve İran hükûmeti gibi yüzer milyon tebaası bulunan cihangir devletlerin edyan-ı resmîleri iken, kendi küçük kabîlesine karşı tam galebe edemeyen bir vaziyette bulunan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ın getirdiği din, umum dinlere galib ve umum devletlere muzaffer olacağını ihbar ediyor. Hem gayet vuzuh ve kat’iyyetle ihbar ediyor. İstikbâl, o haber-i gaybîyi, Bahr-i Muhit-i Şarkîden, Bahr-i Muhit-i Garbîye kadar İslâm kılıcının uzamasiyle tasdik etmiştir.” (L., Yedinci Lem’a, Dördüncüsü, s.30)}
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَا لَكُمْ اِذَا ق۪يلَ لَكُمُ انْفِرُوا ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ اثَّاقَلْتُمْ اِلَى الْاَرْضِۜ اَرَض۪يتُمْ بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا مِنَ اْلاٰخِرَةِۚ فَمَا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فِى اْلاٰخِرَةِ اِلَّا قَل۪يلٌ﴿٨٣﴾
38. Ey iman edenler! Size ne oluyor ki, size: “Allah yolunda seferber olun (savaşa çıkın).” denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Ahirete karşılık, dünya hayatına mı razı oldunuz? Dünya zevki, ahirete nisbetle pek azdır.
اِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا وَيَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَاتَضُرُّوهُ شَيْئًاۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَد۪يرٌ﴿٩٣﴾
39. Eğer seferber olmazsanız (savaşa çıkmazsanız) size acıklı bir azap eder ve sizin yerinize sizden başka bir topluluk getirir. O’na (Allah’a yahut Resûlüne) hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye kadirdir.
Yükleniyor...