وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ لِاَب۪يهِ اٰزَرَ اَتَتَّخِذُ اَصْنَامًا اٰلِهَةًۚ اِنّ۪ٓى اَرٰيكَ وَقَوْمَكَ ف۪ى ضَلَالٍ مُب۪ينٍ﴿٤٧﴾

74. Hani, İbrahim, babası Azer’e: “Putları tanrılar mı ediniyorsun? Şüphesiz ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.” demişti.

وَكَذٰلِكَ نُر۪ٓى اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ﴿٥٧﴾

75. Böylece İbrahim’e, kesin inananlardan olması için, göklerin ve yerin mülkünü gösteriyorduk.

فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰ كَوْكَبًاۚ قَالَ هٰذَا رَبّ۪ىۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَٓا اُحِبُّ اْلاٰفِل۪ينَ﴿٦٧﴾

76. Üzerine gece bastırınca bir yıldız gördü. “İşte, Rabbim bu!” dedi. Yıldız batınca: “Ben batanları sevmem!” dedi.

{“Ey nefsim! Madem hakikat böyledir ve madem Millet-i İbrahimiyedensin (a.s.). İbrahimvâri

لآا اُحِبُّ اْلأَفِلِينَ

de. Ve Mahbub-u Bâki’ye yüzünü çevir ve benim gibi şöyle ağla:

“Güzel değil batmakla gaib olan bir mahbub. Çünki: Zevale mahkûm, hakiki güzel olamaz. Aşk-ı ebedi için yaratılan ve âyine-i sâmed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli."

"Bir matlûb ki, guruba gaybûbet etmeye mahkûmdur; kalbin alâkasına fikrin merakına değmiyor. Amâle merci olamıyor. Arkasında gam ve kederle teessüf etmeye lâyık değildir. Nerede kaldı ki kalb, ona perestiş etsin ve ona bağlansın kalsın."

"Bir maksud ki, fenada mahvoluyor; o maksudu istemem. Çünki, fâniyim, fani olanı istemem; neyleyeyim…” (S., Yirmi Dördüncü Söz sonu, s.364; On Yedinci Söz, İkinci Makam, s.214)}


فَلَمَّا رَاَالْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هٰذَا رَبّ۪ىۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِن۪ى رَبّ۪ى لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّٓالّ۪ينَ﴿٧٧﴾

77. Ay’ı doğarken görünce: “İşte Rabbim bu!” dedi. O da batınca: “Andolsun, eğer Rabbim bana hidayet etmezse, mutlaka ben sapanlar güruhundan olurum!” dedi.

فَلَمَّا رَاَالشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰذَا رَبّ۪ى هٰذَٓا اَكْبَرُۚ فَلَمَّٓا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ى بَر۪ٓىءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ﴿٨٧﴾

78. Güneşi doğarken görünce: “İşte Rabbim bu; bu, daha büyüktür!” dedi. O da batınca: “Ey kavmim, şüphesiz ben sizin taptığınız şeylerden uzağım.” dedi.

اِنّ۪ى وَجَّهْتُ وَجْهِىَ لِلَّذ۪ى فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَ۬ا مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ﴿٩٧﴾

79. “Şüphesiz ben, bir muvahhit (Allah’ı tek bilen) olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ben şirk koşanlardan değilim.”

وَحَٓاجَّهُ قَوْمُهُۜ قَالَ اَتُحَٓاجُّٓونّ۪ى فِى اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينِۜ وَلَٓا اَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِه۪ٓ اِلَّا ٓ اَنْ يَشَٓاءَ رَبّ۪ى شَيْئًاۜ وَسِعَ رَبّ۪ى كُلَّ شَىْءٍ عِلْمًاۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ﴿٠٨﴾

80. Kavmi (bu hususta) onunla tartıştı. O da: “Bana doğru yolu göstermişken benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz? Ben ortak koştuğunuz şeylerden korkmuyorum; meğer ki Rabbim bana bir şey dilemiş olsun. Rabbim her şeyi ilmi ile kuşatmıştır. Düşünmüyor musunuz?” dedi.

{“Kur’anın uslûb-u hakîmânesine yemin ederim ki: Nasârâyı ve emsalini havalandırarak dalâlet derelerine atan, yalnız aklı azil ve bürhanı tard ve ruhbanı taklit etmektir. Hem de İslâmiyeti daima tecellî ve inbisat-ı efkâr nisbetinde hakaiki inkişaf ettiren, yalnız İslâmiyetin hakikat üzerinde olan teessüs ve burhanla takallüdü ve akılla meşvereti ve taht-ı hakikat üstünde bulunması ve ezelden ebede müteselsil olan hikmetin desâtirine mutabakat ve muhakâtıdır. Acaba görülmüyor; âyâtın ekser fevatih ve havatiminde nev-i beşeri vicdana havale ve aklın istişaresine hamlettiriyor.” (Mh., Birinci Makale, Sekizinci Mukaddeme, s.39)}

وَكَيْفَ اَخَافُ مَٓا اَشْرَكْتُمْ وَلَا تَخَافُونَ اَنَّكُمْ اَشْرَكْتُمْ بِاللّٰهِ مَالَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًاۜ فَاَىُّ الْفَر۪يقَيْنِ اَحَقُّ بِالْاَمْنِۚ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۢ﴿١٨﴾

81. “Sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım ki? Oysa siz; Allah’ın size hiç delil indirmediği şeyleri Allah’a şirk (ortak) koştunuz. Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), iki gruptan (siz ve benden) hangisi güvene daha layıktır?”

{

وَكَيْفَ اخافُ مااَشْرَكْتُمْ وَلَاتَخافونَ انَّكُم اَشْرَكْتُمْ بِاللهِ

diyen ve Kur’anın takdirine mahzar olan Hazret-i İbrahim (A.S)’ın ittiba’ına mükellef olduğumuza işaret eden

فاتّبِعوا مِلّةَاِبْرَهِيمَ حَنِيفا مُسْلِماً

sırrına mahzar olduğumuzu bilmeliyiz.” (BL., Yirmi Sekizinci Mektubun Sekizinci Mes’elesinin Üçüncü Nüktesi, s.320)}


اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟﴿٢٨﴾

82. İman edip de, imanlarını haksızlıkla karıştırmayanlar için emniyet vardır ve onlar doğru yolu bulmuşlardır.

Yükleniyor...