اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ۟﴿٠١﴾

10. Müminler ancak kardeştir. Kardeşlerinizin aralarını bulun. Allah’tan kokun. Umulur ki esirgenirsiniz.

{“EY EHL-İ İMAN! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilafınızdan istifade eden zalimlere karşı

إِنَّمَا اْلمُؤْمِنُونَ إخْوَةٌ

kal’a-i kudsiyesi içine giriniz; tahassun ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken; bir çocuk, ikisini de döğebilir. Bir mîzanda iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa; bir küçük taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyyenizle alakanız varsa,

اَلْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ اَلْمَرْصُوصِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا

düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız; sefâlet-i dünyeviyeden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz!” (M., Yirmi İkinci Mektub, Birinci Mebhas, Beşinci Vecih, s.270)

“Evet biz bir cemiyetiz ve ve öyle bir cem’iyetimiz var ki; her asırda üçyüz milyon dâhil mensubları var ve her gün beş defa o mukaddes cem’iyetin prensipleriyle kemal-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar ve

إِنَّمَا اْلمُؤْمِنُونَ إخْوَةٌ

kudsî proğramıyla birbirinin yardımına dualarıyla ve manevî kazançlarıyla koşuyorlar. İşte biz, bu mukaddes ve muazzam cem’iyetin efradındanız ve hususî vazifemiz de Kur’anın imanî hakikatlarını tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip onları ve kendimizi i’dam-ı ebedîden ve daimî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cem’iyet ve komitelerle münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmeyiz.” (Ş., On Üçüncü Şua, s.312. Ayrıca bk. EL-II., Reis-i Cumhur’a ve Başvekile, s.223)}


يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّۚ وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِۜ بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ اْلا۪يمَانِۚ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ﴿١١﴾

11. Ey iman edenler! Bir topluluk bir toplulukla alay etmesin; (belki onlar) kendilerinden daha hayırlı olmaları umulur. Kadınlar da kadınlarla alay etmesinler; (belki onlar) kendilerinden daha hayırlı olmaları umulur. Kendinizi kötülemeyin ve (kötü) lâkaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü addır. Kim tövbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يرًا مِنَ الظَّنِّۚ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًاۜ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَح۪يمٌ﴿٢١﴾

12. Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bazısı günahtır. Kusur araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin. Biriniz kardeşinin ölü iken etini yemekten hoşlanırı mı? İşte ondan tiksindiniz! Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tövbeleri çok kabul eden, çok esirgeyendir.

{“İşte

اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اخِيهِ مَيْتًا

âyetinde altı derece zemmi, zemmeder. Gıybetten altı mertebede şiddetle zecreder. Şu âyet bilfiil gıybet edenlere müteveccih olduğu vakit, manası gelecek tarzda oluyor. Şöyle ki:…”

“Demek şu âyetin ifadesiyle ve kelimelerin ayrı ayrı delaletiyle: Zemm ve gıybet, aklen ve kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve milliyeten mezmumdur. İşte bak nasıl şu âyet, îcazkârane altı mertebe zemmi zemmetmekle, i’cazkârane altı derece o cürümden zecreder.

“Gıybet, ehl-i adâvet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sahibi, bu pis silâha tenezzül edip istîmâl etmez...

“Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zâten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır iki katlı çirkin bir günahtır.” (M., Yirmi İkinci Mektub, Hâtime, s.275. Ayrıca bk. S., Yirmi Beşinci Söz, Birinc Şua, s.381; BL., s.267; KL., s.190)}


يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ﴿٣١﴾

13. Ey insanlar! Gerçekten biz sizi, bir erkek ve bir dişiden yarattık. Ve (birbirinizle) tanışmanız için sizi milletler ve kabileler kıldık. Şüphesiz Allah katında en değerliniz, (O’ndan) en korkanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyle bilendir, her şeyden haberdardır.

{“Hey’et-i İçtimaiye-i İslâmiyye, büyük bir ordudur, kabâil ve tavâife inkısam edilmiş. Fakat binbir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var. Hâlıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitabları bir, vatanları bir, bir, bir, bir.. binler kadar bir, bir.”

“İşte bu kadar bir, birler; uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek kabâil ve tavâife inkısam, şu âyetin ilân ettiği gibi, tearüf içindir, teavün içindir.. tenakür için değil, tahâsum için değildir!..

“... Ey Türk Kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş. Ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın! Bütün senin mazideki mefahirin, İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefahir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desîseleriyle o mefâhiri kalbinden silme!..” (M., Yirmi Altıncı Mektub, Üçüncü Mebhas, İkinci ve Üçüncü Mes’ele, s.322 ve 324. Ayrıca bk. L., Dördüncü Lem’a, Üçüncü Nükte, s.21; STİ., s.8)}


قُلْ اَتُعَلِّمُونَ اللّٰهَ بِد۪ينِكُمْ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَىْءٍ عَل۪يمٌ﴿٦١﴾

16. De ki: “Allah’a dininizi siz mi öğretiyorsunuz? Allah göklerde ve yerde olanı bilir. Allah her şeyi bilendir.

يَمُنُّونَ عَلَيْكَ اَنْ اَسْلَمُواۜ قُلْ لَاتَمُنُّوا عَلَىَّ اِسْلَامَكُمْۚ بَلِ اللّٰهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ اَنْ هَدٰيكُمْ لِْلا۪يمَانِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ﴿٧١﴾

17. Müslüman olmalarını başına kakıyorlar. De ki: “Müslümanlığınızı başıma kakmayın. Bilakis Allah sizi imana iletmekle size lütufta bulunur; eğer doğru kimseler iseniz!”

اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ﴿٨١﴾

18. Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah yaptıklarınızı hakkıyle görendir.


Yükleniyor...