لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۙ مُحَلِّق۪ينَ رُوُ۫ٔسَكُمْ وَمُقَصِّر۪ينَۙ لَا تَخَافُونَۜ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحًا قَر۪يبًا﴿٧٢﴾

27. Andolsun, gerçekten Allah, Resûl’üne gördüğü rüyayı hak ile tasdik etti. Eğer Allah dilerse, muhakkak Mescidi Haram’a başlarınızı tıraş ederek ve kısaltarak korkmadan güvenle gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi de, bundan önce size yakın bir fetih verdi.

{“Resûl-i Ekrem (asm), Hudeybiye seferine çıkmadan önce rüyâsında, Mekke’ye ashâbı ile birlikte başlarını tıraş ederek emniyet içinde girdiklerini görmüş ve bunu ashâbına haber vermişti. Ashâb-ı Kirâm (radiyallahü anhüm ecmaîn), Hudeybiye’de alıkonulup da geri döndükleri zaman, bazı münâfıklar şüpheye düşüp dedikodu çıkarmaya başladıklarında bu âyet-i kerime nâzil olmuştur. Hâlbuki rüyâ, ondan sonraki yılda gerçekleşmiştir.” (KMM., Fetih Sûresi 27. âyet açıklaması, s.513)

فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذَلِكَ فَتْحًا قَرِيبًا

ifade ediyor ki: Sulh-u Hudeybiye, çendan zahiri İslâm aleyhinde görülmüş ve Kureyşîler bir derece galib görünmüş olduğu halde mânen Sulh-u Hudeybiye, manevî büyük bir fetih hükmünde olacak ve sair fütuhatın da anahtarı olacak diye ihbar ediyor. Filhakika, Sulh-u Hudeybiye ile çendan maddî kılınç, kılıfına muvakkaten konuldu. Fakat Kur’an-ı Hakîm’in bârika-âsâ elmas kılıncı çıktı; kalbleri, akılları fethetti. Musalaha münasebetiyle birbiriyle ihtilat ettiler. Mehâsin-i İslâmiyet, envâr-ı Kur’aniye, inad ve taassubat-ı kavmiye perdelerini yırtarak , hükmünü icra ettiler.” (L., Yedinci Lem’a, İkinci Vecih, s.29)}


هُوَ الَّذ۪ٓى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ﴿٨٢﴾

28. O ki, Resûl’ünü hidâyetle ve hak din ile gönderdi ki, onu (hak dini), bütün dinlerin üzerine galip kılısın. Allah şahit olarak yeter.

{“Şu kâinatın sâhibi ve mutasarrıfı elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve ... … Mâdem insan nev’i ile konuşacak, elbette insanlar içinde kabil-i hitab ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev’-i beşere mukteda olacak olanlarla konuşacaktır; elbette dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidadda ve en âlî ahlâkta ve nev’-i beşerin humsu ona iktida etmiş ve nısf-ı Arz onun hükm-ü manevîsi altına girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üçyüz sene ışıklanmış ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı, mütemadiyen günde beş defa O’nunla tecdid-i biat edip, O’na dua-yı rahmet ve saadet edip, O’na medh ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve Resûl yapacak ve yapmış ve sair nev’-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.” (M., On Dokuzuncu Mektub, Birinci Nükteli İşaret, s.89)}

مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًاۘ س۪يمَاهُمْ ف۪ى وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰيةِۚۛ وَمَثَلُهُمْ فِى اْلاِنْج۪يلِ۠ۛ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْئَهُ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه۪ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَۜ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْرًا عَظ۪يمًا﴿٩٢﴾

29. Muhammed Allah’ın Resûl’üdür. Onun yanındakiler kâfirlere karşı pek çetinler, kendi aralarında pek merhametlilerdir. Onların rüku ve secde ettiklerini görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secde izinden nişanları vardır. İşte bu, onların Tevrat’taki misâlidir. Onların İncil’deki misali de şöyledir: (Onlar) filizini çıkarıp da onu güçlendiren, kalınlaşıp gövdesi üzerine dikilen, çiftçilerin hoşuna giden bir ekin gibidir. (Onların buna benzetilmesi) onlarla kafirleri kızdırması içindir. Allah, onlardan iman edip iyi şeyler yapanlara bir bağış ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.

{“Elcevab: Enbiyadan sonra nev’i beşerin en efdali sahabe olduğu, Ehl-i Sünnet ve Cemâatın icmâı bir hüccet-i katıadır ki; o rivayetlerin sahih kısmı, fazilet-i cüz’iye hakkındadır. Çünki cüz’î fazilette ve hususî bir kemalde, mercuh racihe tereccuh edebilir. Yoksa Sure-i Feth’in âhirinde sitayişkârane tavsifat-ı Rabbaniyeye mazhar ve Tevrat ve İncil ve Kur’anın medh ü senasına mazhar olan sahabelere, fazilet-i külliye nokta-i nazarında yetişilemez...”

“… Sohbet-i Nebeviye ne derece bir iksir-i nurani olduğu bununla anlaşılır ki: Bir bedevi adam, kızını sağ olarak defnedecek derecede bir kasavet-i vahşiyanede bulunduğu halde, gelip bir saat sohbet-i Nebeviyeye müşerref olur, daha karıncaya ayağını basamaz derecede bir şefkat-i rahîmaneyi kesbederdi. Hem cahil, vahşi bir adam, bir gün sohbet-i Nebeviyeye mazhar olur; sonra Çin ve Hind gibi memleketlere giderdi, o mütemeddin kavimlere muallim-i hakaik ve rehber-i kemâlât olurdu.” (S., Yirmi Yedinci Söz’ün Zeyli, s.489)

“Şu âyetin başı, Sahabelerin Enbiyadan sonra nev’-i beşer içinde en mümtaz olduklarına sebeb olan secâyâ-yı âliye ve mezaya-yı galiyeyi haber vermekle, mânâ-yı sarihiyle; tabakat-ı Sahabenin istikbalde muttasıf oldukları ayrı ayrı mümtaz has sıfatlarını ifade etmekle beraber, mana-yı işarîsiyle; ehl-i tahkikçe vefat-ı Nebevîden sonra makamına geçecek Hulefa-yı Raşidîn’e hilafet tertibi ile işaret edip her birisinin en meşhur medar-ı imtiyazları olan sıfât-ı hassayı dahi haber veriyor.” (L., Yedinci Lem’a, Beşinci Vecih, s.30. Ayrıca bk. S., On Sekizinci Söz ve Otuz Üçüncü Söz, Otuz İkinci Pencere, s.233 ve 688; Ş., On Beşinci Şua, s.620; BL., Mesâil-i Müteferrika, Beşinci Mes’ele, s.273)}


مِنْ سُورَةُ الْحُجُرَاتِ

49. HUCURAT SÛRESİ’NDEN

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَاتُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَىِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ﴿١﴾

Ey iman edenler! Allah’ın ve Resûl’ünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, hakkıyle işiten, her şeyi bilendir.


Yükleniyor...