قُلْ وَلَا تَخَفْ

hükmüyle, çekinmeyerek Hazret-i Şeyh'in dediği gibi yapmış. Yirmi sene zarfında yirmi fitne ve mehalik-i azîmeye düştüğü halde, bir hıfz-ı gaybî ile Hazret-i Şeyh'in dediği gibi mahfuz kalmış. Hem fevkalme'mul, bir gurbet diyarında fevkalâde inayete mazhariyeti o dereceye gelmiş ki, bir risale sırf o inayatın ta'dadında yazılmıştır. Hazret-i Gavs'ın dediği gibi, biz onun etrafında

مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ

fıkrasının mealini gözümüzle görüyoruz.

Beşinci vecih:

Üstadımız kendisi söylüyor ki: "Ben sekiz-dokuz yaşında iken, bütün nahiyemizde ve etrafında ahali Nakşî Tarîkatında ve oraca meşhur Gavs-ı Hizan namıyla bir zâttan istimdad ederken, ben akrabama ve umum ahaliye muhalif olarak "Yâ Gavs-ı Geylanî" derdim. Çocukluk itibariyle elimden bir ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şey kaybolsa, "Yâ Şeyh! Sana bir Fatiha, sen benim bu şeyimi buldur." Acibdir ve yemin ediyorum ki, bin defa böyle Hazret-i Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiş. Onun için bütün hayatımda umumiyetle Fatiha ve ezkâr ne kadar okumuş isem, Zât-ı Risalet'ten (A.S.M.) sonra Şeyh-i Geylanî'ye hediye ediliyordu. Ben üç-dört cihetle Nakşî iken, Kadirî meşrebi ve muhabbeti bende ihtiyarsız hükmediyordu. Fakat tarîkatla iştigale, ilmin meşguliyeti mani' oluyordu.

Sonra bir inayet-i İlahiye imdadıma yetişip gafleti dağıttığı bir zamanda, Hazret-i Şeyh'in "Fütuh-ul Gayb" namındaki kitabı hüsn-ü tesadüfle elime geçmiş. Yirmisekizinci Mektub'da beyan edildiği gibi, Hazret-i Şeyh'in himmet ve irşadıyla Eski Said (R.A.) Yeni Said'e inkılab etmiş. O Fütuh-ul Gayb'ın tefe'ülünde en evvel şu fıkra çıktı:

اَنْتَ ف۪ى دَارِ الْحِكْمَةِ فَاطْلُبْ طَب۪يبًا يُدَاو۪ى قَلْبَكَ

Yani, "Ey bîçare! Sen Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye'de bir a'zâ olmak cihetiyle güya bir hekimsin, ehl-i İslâmın manevî hastalıklarını tedavi ediyorsun. Halbuki en ziyade hasta sensin. Sen evvel kendine tabib ara, şifa bul; sonra başkasının şifasına çalış." İşte o vakit, o tefe'ül sırrıyla, maddî hastalığım gibi manevî hastalığımı da kat'iyyen

Yükleniyor...