Sonra bu güzel huylu arkadaş da, gitgide öteki kardeşi gibi bir sahra-yı azîme dâhil oldu. Birden hücum eden bir arslanın sesini işitti, korktu; lâkin kardeşinden daha az korkmuştu. Zira o arslanın, sahra sultanının bir memuru olduğu ihtimali kendisine teselli verdi. Lâkin yine kaçtı. Altmış arşınlık derinliğinde bir bi'r-i muattalaya, yani susuz bir kuyuya rastgeldi, kendini içine attı. Ortasında duran bir ağacı tuttu. O da kardeşi gibi gördü ki; iki mahluk, o ağacın iki kökünü de kesiyorlar.
Sonra baktı, yukarıda arslan, aşağıda büyük bir yılan var. Yılan geniş ağzını açmış, ayağına takarrüb etmiş olduğunu gördü. Bîçare o da havfından tedehhüş etti. Lâkin onun dehşeti, kardeşinin dehşetinden çok derece daha hafif idi. Çünki güzel hüsn-ü zannıyla ve fehmiyle bu umûr-u acibeyi birbiriyle alâkadar
Yükleniyor...