Birinci Tabaka:
"Kulaklı tabaka" tabir ettiğimiz âmî avam; yalnız kulak ile Kur'anı dinler, kulak vasıtasıyla i'cazını anlar. Yani der: "Bu işittiğim Kur'an, başka kitablara benzemez. Ya bütününün altında olacak veya bütününün fevkınde olacak. Umumun altındaki şık ise kimse diyemez ve dememiş, şeytan dahi diyemez. Öyle ise, umumun fevkındedir." İşte bu kadar icmal ile Onsekizinci İşaret'te yazılmıştı. Sonra onu izah için Yirmialtıncı Mektub'un "Hüccet-ül Kur'an Alâ Hizb-iş Şeytan" namındaki Birinci Mebhası, o tabakanın i'cazdaki fehmini tasvir ve isbat eder.
İkinci Tabaka:
Gözlü tabakasıdır. Yani: Âmi avamdan veyahut aklı gözüne inmiş maddiyyunlar tabakasına karşı, Kur'anın göz ile görünecek bir işaret-i i'caziyesi bulunduğu, Onsekizinci İşaret'te dava edilmiş. Ve o davayı tenvir ve isbat etmek için, çok izaha lüzum vardı. Şimdi anladığımız mühim bir hikmet-i Rabbaniye cihetiyle o izah verilmedi. Pek cüz'î birkaç cüz'iyatına işaret edilmişti. Şimdi o hikmetin sırrı anlaşıldı ve te'hiri daha evlâ olduğuna kat'î kanaatımız geldi. Şimdi o tabakanın fehmini ve zevkini teshil etmek için; kırk vücuh-u i'cazdan göz ile görülen bir vechini, bir Kur'anı yazdırdık ki o yüzü göstersin.
(Bu üçüncü kısmın mütebâki mes'eleleri ile Dördüncü Kısım tevafukata dair olduğu için; tevafukata dair olan fihriste ile iktifa edilerek, burada yazılmamışlardır. Yalnız Dördüncü Kısma ait bir ihtar ile Üçüncü Nükte yazılmıştır.)
İHTAR:
Lafz-ı Resuldeki nükte-i azîmenin beyanında yüzaltmış âyet yazıldı. İşbu âyetlerin hâsiyeti pek azîm olmakla beraber; mana cihetiyle birbirini isbat ve tekmil ettiğinden, çok manidar olduğu için, muhtelif âyâtı hıfzetmek veya okumak arzusunda bulunanlara bir hizb-i Kur'anî olduğu gibi; Kur'an kelimesindeki nükte-i azîmenin beyanında, altmışdokuz âyât-ı azîmenin derece-i belâgatı pek fevkalâde ve kuvvet-i cezaleti pek ulvîdir. Bu da ikinci bir hizb-i Kur'anî olarak ihvana tavsiye edilir. Yalnız Kur'an kelimesi, yedi silsile-i Kur'anda mevcud olup, umum o kelimeyi tutmuş, hariç iki kalmış. O iki de kıraat manasında olduğundan; o huruc, nükteye kuvvet vermiştir. Resul lafzı ise o kelime ile en ziyade münasebetdar sureler içinde Sure-i Muhammed ile Sure-i Fetih olduğundan, o iki sureden çıkan silsilelere hasrettiğimizden, hariç kalan Resul lafzı şimdilik dercedilmemiştir. Vakit müsaade etse, bundaki esrar yazılacaktır inşâallah.
"Kulaklı tabaka" tabir ettiğimiz âmî avam; yalnız kulak ile Kur'anı dinler, kulak vasıtasıyla i'cazını anlar. Yani der: "Bu işittiğim Kur'an, başka kitablara benzemez. Ya bütününün altında olacak veya bütününün fevkınde olacak. Umumun altındaki şık ise kimse diyemez ve dememiş, şeytan dahi diyemez. Öyle ise, umumun fevkındedir." İşte bu kadar icmal ile Onsekizinci İşaret'te yazılmıştı. Sonra onu izah için Yirmialtıncı Mektub'un "Hüccet-ül Kur'an Alâ Hizb-iş Şeytan" namındaki Birinci Mebhası, o tabakanın i'cazdaki fehmini tasvir ve isbat eder.
İkinci Tabaka:
Gözlü tabakasıdır. Yani: Âmi avamdan veyahut aklı gözüne inmiş maddiyyunlar tabakasına karşı, Kur'anın göz ile görünecek bir işaret-i i'caziyesi bulunduğu, Onsekizinci İşaret'te dava edilmiş. Ve o davayı tenvir ve isbat etmek için, çok izaha lüzum vardı. Şimdi anladığımız mühim bir hikmet-i Rabbaniye cihetiyle o izah verilmedi. Pek cüz'î birkaç cüz'iyatına işaret edilmişti. Şimdi o hikmetin sırrı anlaşıldı ve te'hiri daha evlâ olduğuna kat'î kanaatımız geldi. Şimdi o tabakanın fehmini ve zevkini teshil etmek için; kırk vücuh-u i'cazdan göz ile görülen bir vechini, bir Kur'anı yazdırdık ki o yüzü göstersin.
(Bu üçüncü kısmın mütebâki mes'eleleri ile Dördüncü Kısım tevafukata dair olduğu için; tevafukata dair olan fihriste ile iktifa edilerek, burada yazılmamışlardır. Yalnız Dördüncü Kısma ait bir ihtar ile Üçüncü Nükte yazılmıştır.)
İHTAR:
Lafz-ı Resuldeki nükte-i azîmenin beyanında yüzaltmış âyet yazıldı. İşbu âyetlerin hâsiyeti pek azîm olmakla beraber; mana cihetiyle birbirini isbat ve tekmil ettiğinden, çok manidar olduğu için, muhtelif âyâtı hıfzetmek veya okumak arzusunda bulunanlara bir hizb-i Kur'anî olduğu gibi; Kur'an kelimesindeki nükte-i azîmenin beyanında, altmışdokuz âyât-ı azîmenin derece-i belâgatı pek fevkalâde ve kuvvet-i cezaleti pek ulvîdir. Bu da ikinci bir hizb-i Kur'anî olarak ihvana tavsiye edilir. Yalnız Kur'an kelimesi, yedi silsile-i Kur'anda mevcud olup, umum o kelimeyi tutmuş, hariç iki kalmış. O iki de kıraat manasında olduğundan; o huruc, nükteye kuvvet vermiştir. Resul lafzı ise o kelime ile en ziyade münasebetdar sureler içinde Sure-i Muhammed ile Sure-i Fetih olduğundan, o iki sureden çıkan silsilelere hasrettiğimizden, hariç kalan Resul lafzı şimdilik dercedilmemiştir. Vakit müsaade etse, bundaki esrar yazılacaktır inşâallah.
Yükleniyor...