وَلَمَّا جَٓاءَ مُوسٰى لِم۪يقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُۙ قَالَ رَبِّ اَرِن۪ٓى اَنْظُرْ اِلَيْكَۜ قَالَ لَنْ تَرٰين۪ى وَلٰكِنِ انْظُرْ اِلَى الْجَبَلِ فَاِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرٰين۪ىۚ فَلَمَّا تَجَلّٰى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسٰى صَعِقًاۚ فَلَمَّٓا اَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ اِلَيْكَ وَاَنَ۬ا اَوَّلُ الْمُؤْمِن۪ينَ﴿٣٤١﴾

143. Musa, tayin ettiğimz vakitte gelip de Rabbi onunla konuşunca: “Rabbim, bana görün; sana bakayım” dedi. O da: “Sen beni asla göremezsin. Ancak dağa bak; eğer yerinde durursa, sen de beni görürüsün” dedi. Rabbi dağa tecelli edince, onu param parça etti ve Musa baygın düştü. Ayılınca: “Seni tenzih ederim. Sana tövbe ettim ve ben, müminlerin ilkiyim.” dedi.

{“Şu fıkra ile, Tûr-i Sinâ’daki münâcât-ı Mûseviyede (a.s.) vuku bulan tecelliye-i celâliye heybetinden koca dağ parçalanıp dağılması ve o haşyetten taşların etrafa yuvarlanması olan vakıa-i meşhureyi ihtarla şöyle bir mânâyı ders veriyor ki: Ey kavm-i Mûsâ! Nasıl Allah’tan korkmuyorsunuz? Halbuki, taşlardan ibaret olan dağlar, Onun haşyetinden ezilip dağılıyor. Ve sizden ahz-ı misak için üstünüzde Cebel-i Tûr’u tuttuğunu, hem taleb-i rüyet hadisesinde dağın parçalanmasını bilip ve gördüğünüz halde, ne cesaretle Onun haşyetinden titremeyip kalbinizi katılık ve kasavette bulunduruyorsunuz?” (S., Yirminci Söz, Birinci Makam, s.250)}

قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنِّى اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَات۪ى وَبِكَلَام۪ىۘ فَخُذْ مَٓااٰتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ﴿٤٤١﴾

144. (Allah) buyurdu: “Ey Musa, şüphesiz ben, seni mesajlarımla ve kelamımla insanların üzerine seçtim. O halde sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol.

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّ۪ى رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَم۪يعًا اۨلَّذ۪ى لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ لَٓااِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْي۪ى وَيُم۪يتُ۬ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ اْلاُمِّىِّ الَّذ۪ى يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ﴿٨٥١﴾

158. (Ya Muhammed) de ki: “Ey insanlar, şüphesiz ben, sizin hepinize gönderilen Allah’ın peygamberiyim. O (Allah) ki, göklerin ve yerin mülkü O’nundur. O’ndan başka İlah yoktur. Diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve O’nun ümmi Peygamberi olan elçisine iman edin. -ki O da Allah’a ve kelimelerine iman eder- Ona tabi olun ki hidayete eresiniz.

{“ Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve her bir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faydalı görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünki; bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. Meselâ: Bir şeyi satın aldın. Îcab ve kabul-i şer’iyeyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alışverişin bir ibadet hükmünü alır. O tahattur-u hükm-ü şer’î bir tasavvur-u vahy verir. O dahi, Şârii düşünmekle bir teveccüh-ü İlahî verir. O dahi, bir huzur verir. Demek Sünnet-i Seniyeye tatbik-i amel etmekle bu fâni ömür, bâki meyveler verecek ve bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir.” (S., Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, s.362. Ayrıca bk. S., Otuz Üçüncü Söz, Otuz İkinci Pencere, s.688)}

اِنَّ وَلِيِّىَ اللّٰهُ الَّذ۪ى نَزَّلَ الْكِتَابَۘ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِح۪ينَ﴿٦٩١﴾

196. Şüphesiz benim velim (dostum); kitabı indiren Allah’tır. O, salihlere de velilik eder.

وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ﴿٧٩١﴾

197. O’ndan başka taptıklarınız, ne size yardım etmeğe güç yetirirler ne de kendilerine yardım edebilirler.

وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَسْمَعُواۜ وَتَرٰيهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ﴿٨٩١﴾

198. Eğer onları doğru yola çağırırsanız, (sizi) duymazlar. Onların sana baktıklarını görürsün, hâlbuki onlar görmezler.

خُذِ الْعَفْوَ وَاْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ﴿٩٩١﴾

199. (Ey Muhammed) sen affı (kolaylık yolunu) tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.

وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ﴿٠٠٢﴾

200. Eğer seni şeytandan bir fit dürterse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyle işiten, her şeyi bilendir.

{“Acaba, iman varken, Cenâb-ı Hakkın o kadar şiddetli tehdidâtına ehemmiyet vermemek nasıl oluyor? Nasıl îman gitmiyor?

إنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا

sırrıyle: Şeytanın gayet zaif desiselerine kapılıp Allah’a isyan ediyor.(...) Çünki: Sâbıkan dediğimiz gibi şeytan cüz’î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler. Kuvve-i şeheviye ve gazabiye ise, şeytan desiselerine hem kâbile, hem nâkile iki cihaz hükmündedirler. İşte bunun içindir ki, Cenab-ı Hakk’ın ‘Gafur’, ‘Rahîm’ gibi iki ismi, tecelli-i a’zamla ehl-i imana teveccüh ediyor. Ve Kur’an-ı Hakîm’de peygamberlere en mühim ihsanı, mağfiret olduğunu gösteriyor ve onları, istiğfar etmeye davet ediyor.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

kelime-i kudsiyesini her sure başında tekrar ile ve her mübarek işlerde zikrine emretmesiyle, kâinatı ihata eden rahmet-i vasiasını melce ve tahassüngâh gösteriyor ve

فَاسْتَعِذ

emriyle

اَعُوذ ُبِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيْمِ

kelimesini siper yapıyor.” (L., On Üçüncü Lem’a, Beşinci İşaret, s.74. Ayrıca bk. S., Yirmi Birinci Söz, s.274)}



Yükleniyor...