اَمَّا مَنِ اسْتَغْنٰىۙ﴿٥﴾

فَاَنْتَ لَهُ تَصَدّٰىۜ﴿٦﴾

وَمَا عَلَيْكَ اَلَّا يَزَّكّٰىۜ﴿٧﴾

5-7. Ama o kimse ki tenezzül etmedi, sen ona yöneliyorsun. Arınmamasından sen sorumlu değilsin.

وَاَمَّا مَنْ جَٓاءَكَ يَسْعٰىۙ﴿٨﴾

وَهُوَ يَخْشٰىۙ﴿٩﴾

فَاَنْتَ عَنْهُ تَلَهّٰىۚ﴿٠١﴾

8-10. Ama o kimse ki sana koşarak geldi, o ki (Allah’tan) korkuyor; sen onunla ilgilenmiyorsun.

كَلَّا ٓ اِنَّهَا تَذْكِرَةٌۚ﴿١١﴾

فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۢ﴿٢١﴾

ف۪ى صُحُفٍ مُكَرَّمَةٍۙ﴿٣١﴾

مَرْفُوعَةٍ مُطَهَّرَةٍۙ﴿٤١﴾

بِاَيْد۪ى سَفَرَةٍۙ﴿٥١﴾

كِرَامٍ بَرَرَةٍۜ﴿٦١﴾

11-16. Hayır, gerçekten o (Kur’an) bir öğüttür; artık kim dilerse, ondan öğüt alır. Onlar, değerli, iyi kâtiplerin elleriyle yüceltilmiş tertemiz sahifelerde yazılıdır.

{“Azîz Kardeşlerim ve Sıdık Arkadaşlarım,..”

“Hâfız Ali’nin mektubunda yazdığı iki âyetin işaretine dikkat ettik. Bizler dahi Nur fabrikasının sahibi gibi, çok mesrur ve müferrah olduk. Fakat Risale-i Nur’a bir işaret-i gaybiyle haber veren otuzüç aded âyât

شَهِدَ اللهُ

âyetiyle hitam bulduğundan, bu yeni iki âyetin müstakil bir surette işaretlerine kapı açılmadı. Hem otuzüç âyetten hangisinin tetimmesi olacak şimdilik bilinmedi. Yalnız bu kadar anlaşıldı ki,

بِاَيْدِى سَفَرَةٍ * كِرَامٍ بَرَرَةٍ

fıkrası Risale-i Nur’un naşir ve kâtiblerine mânâ-yı işarî ile bakıyor.” (KL., s.82)}


قُتِلَ اْلاِنْسَانُ مَٓا اَكْفَرَهُۜ﴿٧١﴾

مِنْ اَىِّ شَىْءٍ خَلَقَهُۜ﴿٨١﴾

مِنْ نُطْفَةٍۜ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُۙ﴿٩١﴾

ثُمَّ السَّب۪يلَ يَسَّرَهُۙ﴿٠٢﴾

ثُمَّ اَمَاتَهُ فَاَقْبَرَهُۙ﴿١٢﴾

ثُمَّ اِذَا شَٓاءَ اَنْشَرَهُۜ﴿٢٢﴾

17-22. Kahrolsun; insan, ne de nankör! Onu (Allah) hangi şeyden yarattı? Bir damla sudan. Onu yaratıp biçimlendirdi. Sonra ona yolu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürüp kabre gömdü. Sonra onu dilediği zaman diriltir.

كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَٓا اَمَرَهُۙ﴿٣٢﴾

23. Hayır, o (insan Allah’ın) emrettiğini yerine getirmedi.

فَلْيَنْظُرِ اْلاِنْسَانُ اِلٰى طَعَامِه۪ۙ﴿٤٢﴾

اَنَّا صَبَبْنَا الْمَٓاءَ صَبًّاۙ﴿٥٢﴾

ثُمَّ شَقَقْنَا الْاَرْضَ شَقًّاۙ﴿٦٢﴾

فَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا حَبًّاۙ﴿٧٢﴾

وَعِنَبًا وَقَضْبًاۙ﴿٨٢﴾

وَزَيْتُونًا وَنَخْلاًۙ﴿٩٢﴾

وَحَدَٓائِقَ غُلْبًاۙ﴿٠٣﴾

وَفَاكِهَةً وَاَبًّاۙ﴿١٣﴾

مَتَاعًا لَكُمْ وَ لِاَنْعَامِكُمْۜ﴿٢٣﴾

24-32. İnsan yediğine bir baksın! Gerçekten biz suyu bol bol döktük. Sonra yeri yarmakla yardık. Sizi ve hayvanlarınızı faydalandırmak için, onda hububat, üzüm ve yonca, zeytin ve hurma, bol ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.

{“İşte şu âyet-i kerîme, mu’cizât-ı kudret-i İlâhiyyeyi bir tertib-i hikmetle zikrederek esbabı müsebbebata rabtedip en âhirde

مَتَاعًا لَكُمْ

lafzıyla bir gayeyi gösterir ki; o gaye, bütün o müteselsil esbab ve müsebbebat içinde o gayeyi gören ve takib eden gizli bir mutasarrıf bulunduğunu ve o esbab, O’nun perdesi olduğunu isbat eder.” (S., Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şule, Yedinci Sırr-ı Belâgat, s.423)

"Evet,

مَتَاعًا لَكُمْ وَلاَِنْعَامِكُمْ

tâbiriyle bütün esbabı, icad kabiliyetinden azleder. Manen der: ‘Size ve hayvanatınıza rızkı yetiştirmek için su semadan geliyor. O suda, size ve hayvanatınıza acıyıp şefkat edip rızık yetiştirmek kabiliyeti olmadığından; su gelmiyor, gönderiliyor demektir. Hem toprak, nebatatıyla açılıp, rızkınız oradan geliyor. Hissiz, şuursuz toprak, sizin rızkınızı düşünüp şefkat etmek kabiliyetinden pek uzak olduğundan, toprak kendi kendine açılmıyor, birisi o kapıyı açıyor, nimetleri ellerinize veriyor. Hem otlar, ağaçlar sizin rızkınızı düşünüp merhameten size meyveleri, hububatı yetiştirmekten pekçok uzak olduğundan, âyet gösteriyor ki, onlar bir Hakîm-i Rahîm’in perde arkasından uzattığı ipler ve şeritlerdir ki, nimetlerini onlara takmış, zîhayatlara uzatıyor.’ İşte şu beyanattan Rahîm, Rezzak, Mün’im, Kerîm gibi çok esmânın matla’ları görünüyor.” (S., Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şule, Yedinci Sırr-ı Belâgat, s.423)}


فَاِذَا جَٓاءَتِ الصَّٓاخَّةُۘ﴿٣٣﴾

يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ اَخ۪يهِۙ﴿٤٣﴾

وَاُمِّهِ وَاَب۪يهِۙ﴿٥٣﴾

وَصَاحِبَتِه۪ وَبَن۪يهِۜ﴿٦٣﴾

33-36. Kulakları sağır eden o ses geldiği zaman; (işte) o günde kişi kardeşinden, anasından, babasından, yastık arkadaşından ve oğul (çocuk)larından kaçar!

لِكُلِّ امْرِىءٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَاْنٌ يُغْن۪يهِۜ﴿٧٣﴾

37. Onlardan her kişi için, o gün kendisine yetecek bir durum (meşguliyet ve derdi) vardır.

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُسْفِرَةٌۙ﴿٨٣﴾

ضَاحِكَةٌ مُسْتَبْشِرَةٌۚ﴿٩٣﴾

وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌۙ﴿٠٤﴾

تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌۜ﴿١٤﴾

38-41. Bazı yüzler o gün parlak, neşeli ve güleçtir. Bazı yüzler de o gün, onların üzerinde toz vardır ve onları bir karanlık bürümüştür.

اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ﴿٢٤﴾

42. İşte onlar, evet onlar kafirler ve haktan sapanlar(kefere-i fecere)dır.


Yükleniyor...