• Üstadımız; Bir hizmette, bir kişinin yapabileceği bir iş dahi olsa, hepimizin birer tarafından tutup, iştirak ederek, müşterek çalışmamızı emrederlerdi.
• Vazifemiz, taarruzlardan telaş etmek değildir. Tam ihtiyat, tedbire riayet; bizde hapse kadardır.
• Üstadımız hizmette her cins kimseyi istihdam etmiş. Eskiden biri varmış, yazı ile de Risale-i Nur hizmetine iştirak etmiş olduğu halde sonra istihbaratta vazife almış. Rüştü Abiye gelir “Aman bir çaresine bakın, hafiyeler bir taarruz hazırlıyor” der, fakat bundan birşey çıkmaz. R. Abi’de “Serçeden korkan, darı ekmez” diye kükreyerek cevap verirmiş. Fakat bir defa olsun bu adamın taarruz zamanında haber verdiği görülmemiş.
O, Üstadımızı ziyarete geldiği zaman Üstad; “Eski talebemi getirin bana, Ben bunu tanıyamadım” dermiş.
• “A. Said kardeşim, senin hayalin fazla cevval. Bana eğer soracağın birşey varsa, Risale-i Nur’a bak. Meslek ve meşreb mevzuları için lahikalara bakmalısın, çünkü benim zihnim kâsırdır.”
• Nur talebeleri; birbirlerinin meziyetlerini, hizmetlerini, muvaffakiyetlerini anlatmakla, farkında olmadan tefaniye mazhar oluyorlar.
• Üstadımız; (M.T.T.B. gibi) böyle bir usulde gidin diye hiç bahsetmemiş. Maddi cihad değil, manevi cihaddan bahsetmiştir.
• Üstad, Barla’da ağabeylere te’lifi odada yazdırıyor. Bir taarruz olacağını hissettiği zamanlarda, eserleri büyük su bidonunun altına koyduruyor. Ağabeyler kaldıramıyorlar, Üstad bir tutup kaldırıyor..
• Birgün Üstad -esasen çok ihtiyatlı çalıştığı halde- “Biraz sıkıldıysanız bağlarda yazın” diyor. Onlar da dışarıya birer masa koyup yazıyorlar. Sonra R. Abiye ‘Bu eserleri Valinin masasına koy’ diyor. Sonra tevfikatlar başlıyor, Eskişehir hapishanesine gönderiliyorlar.
• E...e gittiğimde kimseyi tanımıyordum, spor klubüne gittim. Nihayet bir küçük kapı açıldı, çıkanlardan birisiyle tanıştım.
• Risale-i Nurları okumak ve fiiliyatını yapmak, vartalardan kurtarır.
• Nurcular 5-6 senede Fakülteyi bitirirler, oralara Risale-i Nur girdiğinden devam edilebilir. Çoğu talebeler, üniversite yutmasın diye ilk sene külliyatı bitiriyorlar, sonra okula devam ediyorlar.
• İstanbul’a neşir için geldiğimde; o işten sonra her yere, Risale-i Nuru tanıtabilmek niyetiyle giderdim...
• Risale-i Nuru okuduktan sonra, bir tek gazete makalesini istifade niyetiyle okumadım, ancak taarruz var mı? diye baktım.
• Üstad, C. Abiye “Vazifemiz o gibi fıtratları -Risale-i Nur’a müştak, ihtiyac hisseden- bulmaktır” diyor.
• Bazı kere Risale-i Nur’u başkalarına okuduğum, anlattığım zaman gece uyurken mektep rüyası görüyordum. “Demek dünyayı tamamen bırakamamışım” diye. E kardeşe söyledim.
• Üstad birisine rüyasında (Şehametli Efe, şarkta sözü dinlenen biri) bir kılıç veriyor. “Haydi tam zamanı diyor...” O da maddi harekete kalkışıyor. Z. Abi “Halbuki o rüyanın te’vili; Risale-i Nur elmas kılınçtır, tam onu neşir zamanı demektir...” diyor.
• Hasan Al’Bennâ asılacağı akşam; Üstad çok hasta durumda... “Galiba ben öleceğim” diyor. Sabahleyin Radyo haberlerinde söylenince mes’ele anlaşılıyor...
• Vazifemiz, taarruzlardan telaş etmek değildir. Tam ihtiyat, tedbire riayet; bizde hapse kadardır.
• Üstadımız hizmette her cins kimseyi istihdam etmiş. Eskiden biri varmış, yazı ile de Risale-i Nur hizmetine iştirak etmiş olduğu halde sonra istihbaratta vazife almış. Rüştü Abiye gelir “Aman bir çaresine bakın, hafiyeler bir taarruz hazırlıyor” der, fakat bundan birşey çıkmaz. R. Abi’de “Serçeden korkan, darı ekmez” diye kükreyerek cevap verirmiş. Fakat bir defa olsun bu adamın taarruz zamanında haber verdiği görülmemiş.
O, Üstadımızı ziyarete geldiği zaman Üstad; “Eski talebemi getirin bana, Ben bunu tanıyamadım” dermiş.
• “A. Said kardeşim, senin hayalin fazla cevval. Bana eğer soracağın birşey varsa, Risale-i Nur’a bak. Meslek ve meşreb mevzuları için lahikalara bakmalısın, çünkü benim zihnim kâsırdır.”
• Nur talebeleri; birbirlerinin meziyetlerini, hizmetlerini, muvaffakiyetlerini anlatmakla, farkında olmadan tefaniye mazhar oluyorlar.
• Üstadımız; (M.T.T.B. gibi) böyle bir usulde gidin diye hiç bahsetmemiş. Maddi cihad değil, manevi cihaddan bahsetmiştir.
• Üstad, Barla’da ağabeylere te’lifi odada yazdırıyor. Bir taarruz olacağını hissettiği zamanlarda, eserleri büyük su bidonunun altına koyduruyor. Ağabeyler kaldıramıyorlar, Üstad bir tutup kaldırıyor..
• Birgün Üstad -esasen çok ihtiyatlı çalıştığı halde- “Biraz sıkıldıysanız bağlarda yazın” diyor. Onlar da dışarıya birer masa koyup yazıyorlar. Sonra R. Abiye ‘Bu eserleri Valinin masasına koy’ diyor. Sonra tevfikatlar başlıyor, Eskişehir hapishanesine gönderiliyorlar.
• E...e gittiğimde kimseyi tanımıyordum, spor klubüne gittim. Nihayet bir küçük kapı açıldı, çıkanlardan birisiyle tanıştım.
• Risale-i Nurları okumak ve fiiliyatını yapmak, vartalardan kurtarır.
• Nurcular 5-6 senede Fakülteyi bitirirler, oralara Risale-i Nur girdiğinden devam edilebilir. Çoğu talebeler, üniversite yutmasın diye ilk sene külliyatı bitiriyorlar, sonra okula devam ediyorlar.
• İstanbul’a neşir için geldiğimde; o işten sonra her yere, Risale-i Nuru tanıtabilmek niyetiyle giderdim...
• Risale-i Nuru okuduktan sonra, bir tek gazete makalesini istifade niyetiyle okumadım, ancak taarruz var mı? diye baktım.
• Üstad, C. Abiye “Vazifemiz o gibi fıtratları -Risale-i Nur’a müştak, ihtiyac hisseden- bulmaktır” diyor.
• Bazı kere Risale-i Nur’u başkalarına okuduğum, anlattığım zaman gece uyurken mektep rüyası görüyordum. “Demek dünyayı tamamen bırakamamışım” diye. E kardeşe söyledim.
• Üstad birisine rüyasında (Şehametli Efe, şarkta sözü dinlenen biri) bir kılıç veriyor. “Haydi tam zamanı diyor...” O da maddi harekete kalkışıyor. Z. Abi “Halbuki o rüyanın te’vili; Risale-i Nur elmas kılınçtır, tam onu neşir zamanı demektir...” diyor.
• Hasan Al’Bennâ asılacağı akşam; Üstad çok hasta durumda... “Galiba ben öleceğim” diyor. Sabahleyin Radyo haberlerinde söylenince mes’ele anlaşılıyor...
Yükleniyor...