başkadırlar. Tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür, şübhe ve tereddüd değildirler. Lâkin tekerrür edip istikrar peyda etseler, bazan bir nevi şübhe-i hakikî onlarda tevellüd eder.

Şu nevi vesvesenin en mühimmi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ı zâtî ile imkân-ı zihnîyi iltibas eder. Yani birşey zâtında mümkün ise, onu zihnen, ilmen mümkün ve meşkuk olduğunu tevehhüm eder. Halbuki imkân-ı zâtî yakîn-i ilmîye ve zaruret-i zihnîye münafî değildir. Meselâ: Bu dakikada -zâtında- Karadeniz'in yere batması mümkündür, muhtemeldir. Halbuki yakînen yerinde olduğunu hükmediyoruz. O ihtimal ve o imkân-ı zâtî bize bir şek vermez.

Meselâ, güneş mümkündür ki; bugün gurub etmesin veya yarın tulû' etmesin. Halbuki bu imkân ve bu ihtimal, ilm-i yakînimize zarar vermez. Demek bazı hakaik-i imaniyede, yani hayat-ı dünyeviyenin gurubu ve hayat-ı uhreviyenin tulûu gibi imkân-ı zâtî cihetinde gelen evham, yakîn-i imanîye zarar vermez. Bütün bunlarla beraber asl-ı vesvese, teyakkuza sebebdir, taharriye daîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaydlığı atar, tehavünü def'eder. O şart ile ki; ifrata varmasın, galebe çalmasın.

* * *


Yükleniyor...