sûreten intisab edenler, ekseri avâm ve bir kısmı da mechulul-hâl olduğundan bir esas-ı metine adem-i istinad imâ eder?..
İrşâd: Büyük İttihad-ı Muhammedîde her mü'min dahildir. Onun numûnesi ve mukaddemesi olan şimdiki İttihad-ı Muhammedî (A.S.M.) ağraza adem-i müsaadesine binaendir ki, evail-i İslâma bir müşabeheti peyda ediyor.
Hem de madem ki, maksad-ı İttihad, İ'lâ-yı Kelimetullahdır. Teşebbüsât ve harekâtı da ibadettir. İbadet ve cami'de Sultan ve derviş ve geda birdir. Müsâvât-ı hakikî düsturdur. Takvadan başka imtiyaz yoktur. Zîra en ekrem, en müttakîdir. Ve en müttakî en mütevazidir. Demek mânen gibi sureten de bu cemiyete intisab ile teşerrüf edecek, şeref vermeyecektir. Bir katre bahr-ı ummanı tezyîd edemez. Bahr-ı umman bir testide sığışmadığı gibi; İttihad-ı Muhammedî İstanbul'da sığışmayacaktır. Nerede kaldı bu resmî cemiyette?!.
Amma mechul-ul hâl adamların intisabı, bu hakikat-ı âliyeyi lekedar edemez. Zîra kendi lekedar olsa, imanı mukaddestir. Rabıta da imandır. Bu unvan-ı mukaddese böyle bahane ile leke sürmek, İslâmiyetin kıymet ve ulviyetini bilmemekle beraber, kendini echel-ü nas ilân etmektir. Zîra bir günah-ı kebîre ile imandan çıkmadığı gibi, şems garbdan tulu' etmediğinden tevbe kapısı, mechul-ul hâl dedikleri adamlara açıktır. Ve bir testi müteneccis su, bir denizi tencis etmediği gibi, kendi de temizleniyor. Bu mukaddeme-i İttihad-ı Muhammedî (A.S.M.) olan cemiyetimize sair cemiyât-ı dünyeviyeye kıyasen leke sürmeği, ta'riz etmeyi cemî'-i kuvvetimizle reddederiz. Mu'terizîne ihtâr ederiz ki, zamanın sille-i bîemânesine kendilerini müstehak etmesinler.
VEHİM: Cemiyetlerde teşebbüsat-ı hafiye olduğu halde, İttihad-ı Muhammedî'nin izhar-ı serairi ve teşebbüsât-ı alenîyesine neden lüzum görülmüş?
İrşâd: İslâmiyet âşikâredir. Hem de kuvve-i ittisâiyesi tazyik olunsa, âleme zelzele verecek. Hem de ihfâ ile, hile ve şüpheyi da'vet ettiğinden, hile ve şüpheden münezzeh olan hakikat-ı bâhire perde-i hafadan da müstağnîdir. Hem de bu zamanda hile, terk-i hile ve doğruluktur. Hem de başka cemiyete kıyas olunmaz. Zîra onlar teessüse başlıyor. Bu ise, müesses iken bâzı köşelerde tecellî ediyor. Ve nısf-ı küre-i arzda meknûz o hakikat-ı uzma üstünde olan tabakat-ı evham ve şükûkun altından çıkmak vakti gelmiş ki, o hakikat harekete başlamış. Bazı köşelerden o hakikatın
İrşâd: Büyük İttihad-ı Muhammedîde her mü'min dahildir. Onun numûnesi ve mukaddemesi olan şimdiki İttihad-ı Muhammedî (A.S.M.) ağraza adem-i müsaadesine binaendir ki, evail-i İslâma bir müşabeheti peyda ediyor.
Hem de madem ki, maksad-ı İttihad, İ'lâ-yı Kelimetullahdır. Teşebbüsât ve harekâtı da ibadettir. İbadet ve cami'de Sultan ve derviş ve geda birdir. Müsâvât-ı hakikî düsturdur. Takvadan başka imtiyaz yoktur. Zîra en ekrem, en müttakîdir. Ve en müttakî en mütevazidir. Demek mânen gibi sureten de bu cemiyete intisab ile teşerrüf edecek, şeref vermeyecektir. Bir katre bahr-ı ummanı tezyîd edemez. Bahr-ı umman bir testide sığışmadığı gibi; İttihad-ı Muhammedî İstanbul'da sığışmayacaktır. Nerede kaldı bu resmî cemiyette?!.
Amma mechul-ul hâl adamların intisabı, bu hakikat-ı âliyeyi lekedar edemez. Zîra kendi lekedar olsa, imanı mukaddestir. Rabıta da imandır. Bu unvan-ı mukaddese böyle bahane ile leke sürmek, İslâmiyetin kıymet ve ulviyetini bilmemekle beraber, kendini echel-ü nas ilân etmektir. Zîra bir günah-ı kebîre ile imandan çıkmadığı gibi, şems garbdan tulu' etmediğinden tevbe kapısı, mechul-ul hâl dedikleri adamlara açıktır. Ve bir testi müteneccis su, bir denizi tencis etmediği gibi, kendi de temizleniyor. Bu mukaddeme-i İttihad-ı Muhammedî (A.S.M.) olan cemiyetimize sair cemiyât-ı dünyeviyeye kıyasen leke sürmeği, ta'riz etmeyi cemî'-i kuvvetimizle reddederiz. Mu'terizîne ihtâr ederiz ki, zamanın sille-i bîemânesine kendilerini müstehak etmesinler.
VEHİM: Cemiyetlerde teşebbüsat-ı hafiye olduğu halde, İttihad-ı Muhammedî'nin izhar-ı serairi ve teşebbüsât-ı alenîyesine neden lüzum görülmüş?
İrşâd: İslâmiyet âşikâredir. Hem de kuvve-i ittisâiyesi tazyik olunsa, âleme zelzele verecek. Hem de ihfâ ile, hile ve şüpheyi da'vet ettiğinden, hile ve şüpheden münezzeh olan hakikat-ı bâhire perde-i hafadan da müstağnîdir. Hem de bu zamanda hile, terk-i hile ve doğruluktur. Hem de başka cemiyete kıyas olunmaz. Zîra onlar teessüse başlıyor. Bu ise, müesses iken bâzı köşelerde tecellî ediyor. Ve nısf-ı küre-i arzda meknûz o hakikat-ı uzma üstünde olan tabakat-ı evham ve şükûkun altından çıkmak vakti gelmiş ki, o hakikat harekete başlamış. Bazı köşelerden o hakikatın
Yükleniyor...