tamamıyla ezel-ebed sultanı Kadîr-i Zülcelal'e mahsustur." diye, nâr ve nur unsurunun bu küllî dili ile bu küllî ubudiyeti, Mabud-u Zülcelal'e takdim etmek manasında olarak, Fahr-i Kâinat Aleyhissalâtü Vesselâm umum mahlukat hesabına

اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ

demiş. Çünki maddî ve manevî nur unsuru, mazhar oldukları vazifelerinin umumu hem beraber, hem ayrı ayrı Zât-ı Vâcib-ül Vücud'a işaret ve şehadet ettikleri milyarlar nümuneleri var.

Evet nur ve nâr unsuru toprak, hava ve ma' unsurları gibi gayet kat'î ve bedihî ve zarurî bir surette o nümunelerle gösteriyor ki: Bütün esbab yalnız bir perdedir. Bütün icadlar ve tesirler, Zât-ı Kadîr-i Zülcelal'indir. Çünki nur, aynen vücud ve hayat gibi, kudret-i İlahiyenin perdesiz bizzât mübaşeretine lâyık olmasından, esbab-ı zahirî hiçbir cihette perde olamadığından, vâhidiyet içinde ehadiyeti gösterir. Gayet cüz'î ve küçük bir vazifede, küllî ve geniş bir delil-i ehadiyete işaret eder ki, "Hüve Nüktesi" haşiyeleriyle bunu gayet kısaca isbat ediyor. İşte milyarlar nümunelerinden iki küçük nümunesinden:

Birisi:

Manevî nurun -ilim suretinde- beşerin kafasında cilvesinin bir cüz'îsi, tırnak kadar

Yükleniyor...