Medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı iftihar bildiği bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinad telakki ettiği selef-i sâlihînin cadde-i nuranîlerini terkedip heveskârane, hevaperestane, riyakârane, şöhretperverane, bid'akârane işlerde ve harekâtta bulunsa; manen bütün ehl-i hakikat ve ehl-i imanın nazarında en alçak mevkie düşer... (Mektubat 414)

* * *


Dördüncü Hatvede:

كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ

dersini verdiği gibi: Nefs, kendini serbest ve müstakil ve bizzât mevcud bilir. Ondan bir nevi rububiyet dava eder. Mabuduna karşı adavetkârane bir isyanı taşır. İşte gelecek şu hakikatı derketmekle ondan kurtulur. Hakikat şudur ki:

Herşey nefsinde mana-yı ismiyle fânidir, mefkuddur, hâdistir, madumdur. Fakat mana-yı harfiyle ve Sâni'-i Zülcelal'in esmasına âyinedarlık cihetiyle ve vazifedarlık itibariyle şahiddir, meşhuddur, vâciddir, mevcuddur. Şu makamda tezkiyesi ve tathiri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani, kendini bilse, vücud verse; kâinat kadar bir zulümat-ı adem içindedir.

Yükleniyor...