gibi elemler alırken ve o perişan âleme girdiğine bin pişman olurken, birden hikmet-i Kur'aniye imdadına yetişti,

الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ

dûrbînini verdi. "Bak" dedi. Baktı, gördü ki:

اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ

tecellisiyle Rahman, Rahîm, Rezzak, Mün'im, Kerim, Hafîz gibi çok esma-i İlahiyenin her biri, birer güneş gibi

مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا ٭ وَكَاَيِّنْ مِنْ دَٓابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْ ٭ وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ى اٰدَمَ ٭ اِنَّ الْاَبْرَارَ لَف۪ى نَع۪يمٍ

gibi âyetlerin burçlarında tulû' ettiler. O insan ve hayvan dünyasını rahmetle, ihsanla doldurup bir nevi muvakkat cennete çevirdiler. Ve bu şâyan-ı temaşa, güzel ibretli misafirhanenin mihmandar-ı kerimini tam bildirdiklerini bildi.

Yükleniyor...