Var; bir basamak miktar, seyr-i fıtrîden kısa olduğundan, bir ye'se düşüp, gaflet bastıktan sonra kapı açılır, Rahmet verir nimeti.
Herkes başından geçmiş, buna benzer bir şeyler, Allah kalbin batını, iman ve mârifeti, tecellî-i muhabbeti,
Aşk ve şuhudu için, yaratmış nâzik yapmış. O nâzenin-i gaybî, Samed âyinesidir, sanem ona giremez. O şuşeyi kırıyor, o hacerin sıkleti...
Allah kalbin zahiri, sair şeylere yapmış, bir mahzen-i muntazam. O hırs-ı cinayetkâr, o nâzik kalbi deler, ona verir zahmeti.
Sanemleri içine izinsiz idhal eder, Allah ondan darılır. Maksudunun aksiyle, veriyor mücazatı.
Siyaset efkârını, İslâm akaidinin, harim-i ismetine, tam yerlerine kadar isal eden herifler, ettikleri hizmeti,
Şan u şeref almazlar, belki şeyn u şenaat, zemme mazhar oldular. Nefsanî aşklardaki, felâket ve haybetler,
Bu sırdandır elbette. Mecazî aşıkların, bütün bu divanları, birer feryad-ı matem, birer fizar-ı zulem, bir vaveyl-ı zilleti.
Zira ekser maşuklar, zâlim olurlar... O nevi aşkları tahkir ederler, etmezler merhameti.
Zira bâtın-ı kalble, bu nevi aşk-ı mecazî, fıtrata karşı tahkir, bir nevi istihza olur, incitiyor fıtratı.
Fıtrat, fıtrî olmayan her şeyi tezyif eder. Hem dahi tahkir eder, tahkiri işmâm eden, böyle tarz-ı hürmeti.
Bu hırsın düsturuna, iki cüzî nümune, girmiş hiss-i umuma. Biri merak-ı nevmî; nevmi dahi uçurur, kaçırır bakiyyeti.
Dilenci-i muhteris, sadakayı kaçırır. Sende bir dâü's-sehr var; gece kalben nevmi merak edersin, kaçırır bakiyyeti;
Sen uyanık kalırsın. İki dilenci: Biri, musırr ve muhteristir; biri müstağnî ve muhteriz, var sırr-ı kanaâti.
İkincisine vermek, ziyade istiyorsun. İşte te'dib-i fıtrat. Bunun gibi çok nümuneler var, îma eder şu keskin kanununun vüs'ati.
* * *
Herkes başından geçmiş, buna benzer bir şeyler, Allah kalbin batını, iman ve mârifeti, tecellî-i muhabbeti,
Aşk ve şuhudu için, yaratmış nâzik yapmış. O nâzenin-i gaybî, Samed âyinesidir, sanem ona giremez. O şuşeyi kırıyor, o hacerin sıkleti...
Allah kalbin zahiri, sair şeylere yapmış, bir mahzen-i muntazam. O hırs-ı cinayetkâr, o nâzik kalbi deler, ona verir zahmeti.
Sanemleri içine izinsiz idhal eder, Allah ondan darılır. Maksudunun aksiyle, veriyor mücazatı.
Siyaset efkârını, İslâm akaidinin, harim-i ismetine, tam yerlerine kadar isal eden herifler, ettikleri hizmeti,
Şan u şeref almazlar, belki şeyn u şenaat, zemme mazhar oldular. Nefsanî aşklardaki, felâket ve haybetler,
Bu sırdandır elbette. Mecazî aşıkların, bütün bu divanları, birer feryad-ı matem, birer fizar-ı zulem, bir vaveyl-ı zilleti.
Zira ekser maşuklar, zâlim olurlar... O nevi aşkları tahkir ederler, etmezler merhameti.
Zira bâtın-ı kalble, bu nevi aşk-ı mecazî, fıtrata karşı tahkir, bir nevi istihza olur, incitiyor fıtratı.
Fıtrat, fıtrî olmayan her şeyi tezyif eder. Hem dahi tahkir eder, tahkiri işmâm eden, böyle tarz-ı hürmeti.
Bu hırsın düsturuna, iki cüzî nümune, girmiş hiss-i umuma. Biri merak-ı nevmî; nevmi dahi uçurur, kaçırır bakiyyeti.
Dilenci-i muhteris, sadakayı kaçırır. Sende bir dâü's-sehr var; gece kalben nevmi merak edersin, kaçırır bakiyyeti;
Sen uyanık kalırsın. İki dilenci: Biri, musırr ve muhteristir; biri müstağnî ve muhteriz, var sırr-ı kanaâti.
İkincisine vermek, ziyade istiyorsun. İşte te'dib-i fıtrat. Bunun gibi çok nümuneler var, îma eder şu keskin kanununun vüs'ati.
Yükleniyor...