Ona öyle ders vermiş, Hıristiyanlık bir mânâ-yı ismiyle, kendi azizlerine, nazar eder bakıyor, lâmba misal görüyor.
Bir fikre göre, lamba nuru güneşten almış, fakat temellük etmiş. Demek azizlerin her biri, onların nazarında, menba-ı feyz oluyor.
Bizzat birer maden-i nur. Bu nazardan; bir şirkin tereşşuhu zahirdir. İslâm, velilerini, bir mânâ-yı harfiyle nazar edip görüyor.
Müstazî bilir, müstear âyine-misâl tanır, nûru güneşten gelir. Tabiatında yoktur; Şems-i Ezel ziyasını alır da neşrediyor.
Demek enbiya, evliyaya birer tecellî makesi, birer feyzin âyinesi, şehd-i şühûdun meksî, nazariyle bakıyor.
Bu sırra müessestir Nakşîbend rabıtası. Şeyhte teşahhus yoksa, zararı olmaması! Eğer varsa da, mürid onu fâni bilir.
Bu sırdandır ki, bizde tevazu'dan başlıyor, tarikatın sülûkü. Mahviyetten geçiyor. Gitgide tâ fenafillah makamını buluyor. Sonra nihayetsiz meratibte, seyr u sülûk başlıyor. Bu sırdandır ki;
أنا
Ene, hem de nefs-i emmare, kibriyle kırılır, gururuyla sönüyor. Hâzır Hıristiyanda ise,
أنا
ene bütün levazımiyle kuvvetleşir, gurur kırılmaz. Enesi kuvvetli müteşahhıs bir adam, Hıristiyandan olursa mutesallib oluyor.
Fakat eğer Müslümandansa, lâkayddır laûbali. Bu sırdandır ki; Hıristiyanın aksine avâmımız havastan ziyade dindardır, dine merbut kalıyor.
* * *
Mahbûb-u Hakiki En Akreb Hem En Ab'addir
Ey esbabperest arkadaş! Rahmet ve ilm ve kudret denizinde daima müsebbihane yüzen kâinat timsalini,
Görmek eğer istersen; benimle beraber gel, hayâlî bir seyahat. İşte Bahr-i ummanın (fakat suyu tatlıdır) en derin bir yerini
Kendine makarr etmiş, yüzlerce menzillere havi olan bir cisim, tahtaları pek ince, tahtelbahrin içine, sen karınca cismini, ben arı libasını
Bir fikre göre, lamba nuru güneşten almış, fakat temellük etmiş. Demek azizlerin her biri, onların nazarında, menba-ı feyz oluyor.
Bizzat birer maden-i nur. Bu nazardan; bir şirkin tereşşuhu zahirdir. İslâm, velilerini, bir mânâ-yı harfiyle nazar edip görüyor.
Müstazî bilir, müstear âyine-misâl tanır, nûru güneşten gelir. Tabiatında yoktur; Şems-i Ezel ziyasını alır da neşrediyor.
Demek enbiya, evliyaya birer tecellî makesi, birer feyzin âyinesi, şehd-i şühûdun meksî, nazariyle bakıyor.
Bu sırra müessestir Nakşîbend rabıtası. Şeyhte teşahhus yoksa, zararı olmaması! Eğer varsa da, mürid onu fâni bilir.
Bu sırdandır ki, bizde tevazu'dan başlıyor, tarikatın sülûkü. Mahviyetten geçiyor. Gitgide tâ fenafillah makamını buluyor. Sonra nihayetsiz meratibte, seyr u sülûk başlıyor. Bu sırdandır ki;
أنا
Ene, hem de nefs-i emmare, kibriyle kırılır, gururuyla sönüyor. Hâzır Hıristiyanda ise,
أنا
ene bütün levazımiyle kuvvetleşir, gurur kırılmaz. Enesi kuvvetli müteşahhıs bir adam, Hıristiyandan olursa mutesallib oluyor.
Fakat eğer Müslümandansa, lâkayddır laûbali. Bu sırdandır ki; Hıristiyanın aksine avâmımız havastan ziyade dindardır, dine merbut kalıyor.
Mahbûb-u Hakiki En Akreb Hem En Ab'addir
Ey esbabperest arkadaş! Rahmet ve ilm ve kudret denizinde daima müsebbihane yüzen kâinat timsalini,
Görmek eğer istersen; benimle beraber gel, hayâlî bir seyahat. İşte Bahr-i ummanın (fakat suyu tatlıdır) en derin bir yerini
Kendine makarr etmiş, yüzlerce menzillere havi olan bir cisim, tahtaları pek ince, tahtelbahrin içine, sen karınca cismini, ben arı libasını
Yükleniyor...