Her şeyde itkânı, her şe'nde ihtimam, derece-i kemâlde. Her mâhiyet, kameti nisbetinde biçilmiş, giydirmiştir mûcidi.
Demek müessir-i hakikî olan Zât-ı Vacibden; te'siri noktasında denilmez Bazı karîb. Bir kısmı da baid veya eb'addi
İtkan, kat'en gösterir; bir kısmı vasıtasız, kısmen vasıta ile, kısmen vesaitiyle olmamıştır icâdı.
İnsan da ihtiyar var, zîra eserinde noksan var; itkansızlık gösterir; cebir yok, ihtiyar var, o teklifin imâdi.
Beşerin ihtiyarı bir vasıtadır, fakat itibarî eşyada. Nisbî olan şuûnda vahdet rıza gösterdi, hikmet böyle istedi.
Şâyân-ı temaşadır, cüz'î bir ihtiyarın, tavassut etmesiyle, akıl ve zeka eseri olan bir insan şehri içindeki efradı.
Cemaat, intizamca geridir, hiçbir vakit yetişmedi yetişmez; vahy ü ilham semeri bir arı kovanına, ondaki cem'iyete, hem onların efradı,
Hem arılar meşher-i sanatları bir petek; hüceyrat şehri olan, bir nar ve cilnârdan, intizamca geridir; sebep de ihtiyardı.
Demek câzibe-i umumî, hangi kalem yazmıştır; cevahir-i ferde de, küçücük câzibeler, o kalemden damlandı, zerrelere serpildi.
* * *
İslâmiyet Evliyalara, Nasraniyet Azizlerine Tarz-ı Nazarlarını Muvazene
İslâmiyet şiarı
لَا خَالِقَ اِلَّا هُوَ
vesait ve esbabın hakikî tesirini kabul etmez, tanımaz. Vasıtaya bakıyor;
Bir nazar-ı harfiyle, akide-i tevhidî ona öyle göstermiş. Vazife-i teslimî onu öyle sevketmiş, mertebe-i tevekkül o dersini veriyor.
İhlas-ı ubudiyyet ona öyle nur vermiş. Nasraniyet veriyor; vesaite, esbaba bir tesir-i hakiki, hem onlara bakıyor;
Bir mânâ-yı ismiyle, zatında tesiri var zanneder de sapıyor. Velediyet mezhebi, akide-i tevellüd öyle de gösteriyor.
Vazife-i ruhbânî, meslek-i ruhbaniyet onu öyle sevketmiş. Felsefe-i tabiî o dini mağlub etmiş, işine karışıyor.
Demek müessir-i hakikî olan Zât-ı Vacibden; te'siri noktasında denilmez Bazı karîb. Bir kısmı da baid veya eb'addi
İtkan, kat'en gösterir; bir kısmı vasıtasız, kısmen vasıta ile, kısmen vesaitiyle olmamıştır icâdı.
İnsan da ihtiyar var, zîra eserinde noksan var; itkansızlık gösterir; cebir yok, ihtiyar var, o teklifin imâdi.
Beşerin ihtiyarı bir vasıtadır, fakat itibarî eşyada. Nisbî olan şuûnda vahdet rıza gösterdi, hikmet böyle istedi.
Şâyân-ı temaşadır, cüz'î bir ihtiyarın, tavassut etmesiyle, akıl ve zeka eseri olan bir insan şehri içindeki efradı.
Cemaat, intizamca geridir, hiçbir vakit yetişmedi yetişmez; vahy ü ilham semeri bir arı kovanına, ondaki cem'iyete, hem onların efradı,
Hem arılar meşher-i sanatları bir petek; hüceyrat şehri olan, bir nar ve cilnârdan, intizamca geridir; sebep de ihtiyardı.
Demek câzibe-i umumî, hangi kalem yazmıştır; cevahir-i ferde de, küçücük câzibeler, o kalemden damlandı, zerrelere serpildi.
İslâmiyet Evliyalara, Nasraniyet Azizlerine Tarz-ı Nazarlarını Muvazene
İslâmiyet şiarı
لَا خَالِقَ اِلَّا هُوَ
vesait ve esbabın hakikî tesirini kabul etmez, tanımaz. Vasıtaya bakıyor;
Bir nazar-ı harfiyle, akide-i tevhidî ona öyle göstermiş. Vazife-i teslimî onu öyle sevketmiş, mertebe-i tevekkül o dersini veriyor.
İhlas-ı ubudiyyet ona öyle nur vermiş. Nasraniyet veriyor; vesaite, esbaba bir tesir-i hakiki, hem onlara bakıyor;
Bir mânâ-yı ismiyle, zatında tesiri var zanneder de sapıyor. Velediyet mezhebi, akide-i tevellüd öyle de gösteriyor.
Vazife-i ruhbânî, meslek-i ruhbaniyet onu öyle sevketmiş. Felsefe-i tabiî o dini mağlub etmiş, işine karışıyor.
Yükleniyor...