اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ

bir düstur-u kat'îdir,

اَلَايَتَكَلَّمُ مَنْ عَلِمَ

O düsturun lazımı, mütekellimdir bî güman, ola mekânı her zaman.

Evet dünya içinde insan, insan içinde lisan, lisan içinde beyan, beyan içinde kelam, kelam içinde hurufu halkeden Hallak-ı Rahman;

Hem lisanımızı, hem lisanımız içinde, huruf ve kelimatı, halkeden dahi, hem tamamıyla bilen, O Zülkelâm-ı Zülkemal, O Rahim-i Mennân.

Kendi tenezzülat-ı rahmetiyle, bizim lisanımızla, tarz-ı beyanımızla neden konuşmasın bizimle. İşte Tevrat, Zeburla Suhuf ve İncil ve Kur'ân.

Evet Rububiyet istiyor, Uluhiyyet mukteza-i hikmet tensib ediyor. İnayet müstelzimdir, belagat der: Ahsen.. ona eder istinad sırr-ı nizam-ı cihan.

Tokmak gibi bu cevap, o şeytanın başına, öyle müthiş bir indi ki; O şeytanı kaçırdı, zaptetti insanoğlu, o meydan-ı imtihan.

Bundan da mülzem oldu.. O şeytan döndü, dedi: "Dersiniz; Kur'ân beşere rahmet.. Halbuki ekseriyet, elim zahmete düştü, sebeb küfür ile küfran."

Yine o insan dedi: "Zeminde yüz çekirdek, ma' ve ziya gelmezse, sağlam kalıyor fakat, çekirdek kıymeti de beş para.. Eğer şems ve asuman,

Mâ ve ziya verirse; sekseni su-i mizaçları için eğer çürüse, yirmisi her biri bir şecer-i meyvadar, bir ağac-ı sayedar. Ger verilse bir lisan,

Her çekirdek diyecek: Ey ab-ı hayatımız, ey ziya-ı ruhumuz, siz mahza rahmetsiniz, pek şefkatli bir elden bize süzülmüşsünüz.. Sizi bize gönderen o Rahim, hem Rahman."

Yahut mehd-i zeminde, yüz yumurta bulunur, fakat "Hüma" tayrının.. Eğer tayr oturmazsa, onlar sağlam kalır. Fakat birer âdi yumurta; ne kıymetdar, ne mizan.

O kuş eğer otursa, şefkatli harareti onlara da verirse; çendan seksen bozulsa, lâkin yirmisi herbiri birer piliç çıkacak, o nev'e gelse lisan;

Yükleniyor...