İki tarafı birer ihtimalle, hissesine rapteder; fakat bir tarafı Süreyya, fevkindeyse, diğeri seranın, tahtındasa o zaman.

İki taraf ortası, bîtarafı düşünmek, hiçbir vakit olamaz. Orta yerinde durmak; biri leke-i zemin, diğeri zinet-i âsuman.

İki tarafa elini uzatıp, birer hisseyi vermek, tahkike hiç sıkışmaz. Mesafenin nısfında, aşağı tarafında farz ile bir meyelan;

Hem vehm ile ne kadar indirirse ona temayül etse, tarafgirlik olur. Fakat fena tarafta, vesveseye itaât, insafa olur isyan.

Madem orta yeri tutulmaz; ya serada farzedilir, o halde bahaneler çoğalır, lâzım olur, kat'î bedahet-i îkan,

Mâni'leri kıracak, fevkalade bir kuvvet, tâ mefrûzu seradan Süreyya fevkine çıkarsın. Evet oturmuş Furkân, bir fark-ı ferkadan.

Tahkikin şe'ni şudur; madem süreyyada görünmüş, o sureti göstermiş, orada farzetmesi tahkikin mezhebinde, farz ve vaciptir her an.

Onu orada görecek, arş-i a'lada tutup, onun berahinini mismar gibi takacak, delailin sütunu birer birer takacak, dest-i emin-i iman.

Şeytan dedi: Zannınız, nazımdaki letaif, derece-i i'cazdır. Meziyet-i kelamı şu farz ile değişmez." Yine döndü o insan,

Dedi: "Tam bâtılı iltizam demek olan bu farzdan, muzahref ve farazî bir sahib-i kelâm çıkar, tedehhüş eder vicdan.

O mefrûzdan öyle müthiş noktalar gelir; değil i'caz-ı belâgat belki bütün meziyeti mahveder..." Döndü yine o şeytan,

Dedi: "Neden öyledir?" O insan dedi: "Zira tahkik ve insafa zıd, o küfrî farzında (Eliyazübillah!..) bir mecmua-i riya, bühtan

Farzetmek demektir. Bu farza şeytan dahi, elbet cesaret etmez." O dedi: "Şeytan olmasaydım, tasdik ederdim seni ey insan!"

"Fakat bu noktadan veririm, kâfirlere şüpheler, mü'minlere vesvese." Bundan o mülzem oldu, başka şüpheye döndü, yine o şeytan.

Dedi: "Beşerle hem beşer gibi konuşmak nasıl ona yakışır? Hem nasıl da konuşur; azameti tenezzül etmez." Döndü dedi de insan:

Yükleniyor...