Desatir-i mühimme, o kıssa zımnındadır. Vücûhunda tenevvü', cihatı da kesire; ikinci derecede tebaiye. Bir cihet-i hayatın mazîye müstakbele uzanmış derin hem pek de geniş, İçtimaî hayatın desatiri cami'dir; ziya gıda gibidir, İhtiyac-ı hakikat.
Düstur tekerrür etse, ders de tekerrür eder. İkinci derecede, binler düsturlarından birkaç tane nümune: Meselâ, Firavun'a hitaben, şu cümle-i azamet.. Meselâ:
فَالْيَوْمَ نُنَجّ۪يكَ بِبَدَنِكَ
Şu Feraîn-ı Mısrînin; mumyalarla emvatın, ecsadını mazîden, müstakbele nakleden, garip bir düstûr-u mevt-alûd-i hayatı, ihtarla verir dehşet.
Hatta Firavun-u Musa bedeni de nâcîdir, seyl-i zaman atmıştır; mumya tahta üstüne, şu asrın sahiline, atik bir yadigâr-ı ibret. Meselâ:
يَا هَامَانُ ابْنِ ل۪ى صَرْحًا
Şu kelâm bize diyor: O dağsız düz kıtanın, tağî selâtininde, ehramların inşası, arzu-yu garibî, bir meyelân-ı haşmet
Hükümran olduğunu; muhteşem ehramlara, zulüm ve abes şeylere, vücud veren bir düstûr, bu cümle eder ihtar, verir bir ders-i hikmet. Meselâ:
اِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى
Şu hüküm beşere der: Akvam-ı cihanın beyninde, kavm-i benî İsrail, efradları elinde, muzır hem de haram, gayet büyük bir servet.
Lâsiyyema vesail-i riba ile, servetleri tutturan, hem de onu toplayan, hariskâr bir düsturu, şu cümle ihtar eder; dinliyor beşeriyet.
Meselâ :
وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَدًا
Şu cümlenin zımnından, kavm-i Yehûd'a mahsus bir tarz-ı hırs-ı hayat, bir çeşit havf-ı memat, beşere ihtar eder, bir düstur-u garabet.
Onlardan bir cemaat, huzur-u Nebevi'de, münazara isterken; "Kendini haklı bilen, mevti temenni edip izhar etsin bir hüccet"
Düstur tekerrür etse, ders de tekerrür eder. İkinci derecede, binler düsturlarından birkaç tane nümune: Meselâ, Firavun'a hitaben, şu cümle-i azamet.. Meselâ:
فَالْيَوْمَ نُنَجّ۪يكَ بِبَدَنِكَ
Şu Feraîn-ı Mısrînin; mumyalarla emvatın, ecsadını mazîden, müstakbele nakleden, garip bir düstûr-u mevt-alûd-i hayatı, ihtarla verir dehşet.
Hatta Firavun-u Musa bedeni de nâcîdir, seyl-i zaman atmıştır; mumya tahta üstüne, şu asrın sahiline, atik bir yadigâr-ı ibret. Meselâ:
يَا هَامَانُ ابْنِ ل۪ى صَرْحًا
Şu kelâm bize diyor: O dağsız düz kıtanın, tağî selâtininde, ehramların inşası, arzu-yu garibî, bir meyelân-ı haşmet
Hükümran olduğunu; muhteşem ehramlara, zulüm ve abes şeylere, vücud veren bir düstûr, bu cümle eder ihtar, verir bir ders-i hikmet. Meselâ:
اِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى
Şu hüküm beşere der: Akvam-ı cihanın beyninde, kavm-i benî İsrail, efradları elinde, muzır hem de haram, gayet büyük bir servet.
Lâsiyyema vesail-i riba ile, servetleri tutturan, hem de onu toplayan, hariskâr bir düsturu, şu cümle ihtar eder; dinliyor beşeriyet.
Meselâ :
وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَدًا
Şu cümlenin zımnından, kavm-i Yehûd'a mahsus bir tarz-ı hırs-ı hayat, bir çeşit havf-ı memat, beşere ihtar eder, bir düstur-u garabet.
Onlardan bir cemaat, huzur-u Nebevi'de, münazara isterken; "Kendini haklı bilen, mevti temenni edip izhar etsin bir hüccet"
Yükleniyor...