"El-Hakku Ya'lu" Bizzât, Hem Akibet Muraddır
Ey arkadaş! Bir zaman bir sâil dedi: "Madem El-Hakku Ya'lu haktır. Neden kâfir müslime, kuvvet hakka galibdir?"
Dedim: Dört noktaya bak! Bu müşkil de hallolur. Birinci nokta şudur: Her hakkın her vesilesi hak olması lâzım değildir.
Öyle de: Her bâtılın her vesilesi bâtıl olması, yine lâzım değildir. Neticesi şu çıkar: Hak olan bir vesile, bâtıl vesileye galibdir.
Dolayısıyla, bir hak bir bâtıla mağlubdur. Muvakkaten, bilvasıta olmuştur. Yoksa bizzât, hem daima değildir.
Lâkin akibet-ül akibe, her dem yine hakkındır. Kuvvetin bir hakkı var, bir sırr-ı hilkati var. İkinci nokta şudur:
Her müslimin her vasfı müslim olmak vâcib iken, haricen her dem vaki', sabit değildir.
Öyle de: Her kâfirin her vasfı kâfir olmak, küfründen neş'et etmek yine lâzım değildir.
Her fâsıkın her vasfı fâsık olmak, fıskından neş'et etmek, öyle de her dem sabit değildir.
Demek bir kâfirin müslim olan bir vasfı, müslimdeki lâmeşru' vasfına galib olur. Bilvasıta, o kâfir dahi ona galibdir.
Hem dünyada, hayatın hakkı şamil ve âmmdır. O rahmet-i âmmenin bir cilve-i manidar, onun bir sırr-ı hikmeti var; küfür mani değildir.
Üçüncü nokta şudur: O Zât-ı Zülcelal'in iki vasf-ı kemâlden iki Şer'i tecellî; vasf-ı iradeden gelen meşietle takdirdir,
O da şer'-i tekvinî... Vasf-ı Kelâm'dan gelen şeriat-ı meşhure. Teşriî evamire karşı itaât, isyan,
nasıl olur; öyle de tekvinî evamire itaât, isyan olur. Birincisi galiben dâr-ı uhrada görür,
Mücazatı, sevabı. İkincisi ağleben dâr-ı dünyada çeker, mükâfat ve ikabı. Mesela: Nasıl sabrın mükâfatı zaferdir,
Yükleniyor...