Dördüncüsü:
Cumhurun isti'dad-ı efkârı derecesinde şeriatın irşad etmesidir. Şöyle ki; Cumhurun âmîliği için hakâik-i mücerredeyi, me'lufları vasıta olmaksızın adem-i telakkileri sebebiyle, müteşabihât ve teşbihat ve istiarât ile tasvir etmesidir. Hem de fünûn-u ekvanda cumhurun hiss-i zahir sebebiyle; hilaf-ı vaki'i, zarurî telakki etmekle beraber; mebadî basamakları adem-i in'ikad ve tekemmülünden mağlataların vartalarına düşmemek için Şeriat, öyle mesailde ibham etti ve mutlak bıraktı. Lakin hakikatı îmadan hâli bırakmadı.
Beşincisi:
Bir nokta: Tevatür-ü kat'î ile sabittir ki; Nebiyyi Kureyşî getirdiği dine, tebliğ ettiği Şeriata herkesten ziyade mu'tekid, evamirine sırren ve cehren herkesten ziyade mümtesil, nevahisinden herkesten ziyade müctenip, mevaidine herkesten ziyade mutmain, vaîdlerine herkesten ziyade mü'min ve müttakî ve ihbaratına herkesten ziyade musaddık ve Kur'ân'a herkesten ziyade muazzim ve ibadete herkesten ziyade âşık ve mehafetullaha herkesten ziyade münkad ve likaullah'a herkesten ziyade müştak olmuştur. Bütün ahvâl ve etvarı kemâl-i imanına ve nihayet derecede itmi'nanına ve gayet rasîh itikadına delâlet ediyordu. Dünyada hiçbir sebep böyle bir zatı ittiham edemez.
İşte Neticeye Giriyoruz: Bak ey birader! Fünûn ve ulûmun zübde-i hakikiyesi, berâhin-i akliye üzerine müesses olan diyanet ve şeriat-ı İslâmiye; öyle fünûnları tazammun etmiştir:
Ezcümle:
Fenn-i tehzib-i ruh ve riyazat-ül kalb ve terbiyet-ül vicdan ve tedbir-ül cesed ve tedvir-ül menzil ve siyaset-ül medine ve nizamat-ül âlem ve fenn-ül hukuk vesaire.. Lüzûm görülen yerlerde tafsil... Ve lüzûm olmayan veya ezhânın veya zamanın müstaid veya müsaid olmadığı yerlerde birer fezleke ile kavaid-i esasiyeyi va'z ederek, tenmiye ve
Yükleniyor...