teşkili, hem de düvel-i râsihaya def'î gibi galebe etmesi, mâneviyat ve ahvalde cârî olan âdâtın hârıkıdır.
Üçüncüsü:
Tahakküm-ü zâhirî, kahr ve cebir ile mümkündür. Fakat efkâre galebe etmek, hem de ervaha tahabbüb ve tebayi'a tasallut, hem de hâkimiyetini vicdanlar üzerine daima muhafaza etmek, hakikatın hassa-i fârikasıdır. Bu hassayı bilmez isen, hakikatten bîgânesin.
Dördüncüsü:
Hakikatsız terğib veya terhib hilesiyle, yalnız sathî bir te'sir ve akla karşı sedd-i turuk edilir, hükmü devam edemez. Ruha nüfuz edemez. Şu halde a'mak-ı kulûbe nüfuz ve erakk-ı hissiyatı tehyic ve şükûfe-misal olan isti'dadâtı inkişaf ettirmek ve kâmine ve naime olan seciyeleri îkaz ve tenbih ve cevher-i insaniyeti feverana getirmek ve kıymet-i natıkıyeti izhar etmek, şua-ı hakikatın hassasıdır.
Evet, kasavet-i mücessemenin misal-i müşahhası olan "Ved-i benat"
{(*) Kızını diri olarak defnetmek. -Müellif-}
gibi umurlardan kalblerini taskil; ve rikkat ve letafetin lem'ası olan hayvanata merhamet; hatta karıncaya şefkat gibi umur ile tezyin etmesi öyle bir inkılâb-ı azîmdir, hususan öyle akvam-ı bedevîde -ki hiçbir kanun-u tabiiyyeye tevfik olmadığından- harikulâde olduğu musaddak-gerde-i erbab-ı basirettir.
İslâmiyetinden bir saat evvel Ömer, İslâmiyetinden sonra Ömer ile müvazene edilse; bir hurma çekirdeği, bir meyvedar hurma ağacı nisbeti nazara çarpar.
Vahşî bir bedevî sahradan gelir, kelime-i şehâdetten sonra sohbet-i nebeviyyenin iksiriyle birdenbire başkalaşır. Kendi kendine benzemez. Başka kavme gider, muallim-i hikmet olurdu.
Beşincisi: Noktayı dinle!
İşte tarih-i âlem şehâdet eder ki; dâhî odur: Umumda bir veya iki hissin ve seciyenin ve isti'dadın inkişafına ve ikazına ve feverana getirmesine muvaffak olsun. Zîrâ öyle bir hiss-i nâim ikaz edilmezse, sa'y hebâen gider ve muvakkat olur.
İşte en büyük dâhî, ancak âmmede bir veya iki hiss-i umumînin îkâzına muvaffak olabilmiştir. Ezcümle: Hiss-i hürriyet ve seciye-i hamiyet ve fikr-i milliyet ve muhabbet-i vataniye ve uhuvvet-i insaniye gibi...
Üçüncüsü:
Tahakküm-ü zâhirî, kahr ve cebir ile mümkündür. Fakat efkâre galebe etmek, hem de ervaha tahabbüb ve tebayi'a tasallut, hem de hâkimiyetini vicdanlar üzerine daima muhafaza etmek, hakikatın hassa-i fârikasıdır. Bu hassayı bilmez isen, hakikatten bîgânesin.
Dördüncüsü:
Hakikatsız terğib veya terhib hilesiyle, yalnız sathî bir te'sir ve akla karşı sedd-i turuk edilir, hükmü devam edemez. Ruha nüfuz edemez. Şu halde a'mak-ı kulûbe nüfuz ve erakk-ı hissiyatı tehyic ve şükûfe-misal olan isti'dadâtı inkişaf ettirmek ve kâmine ve naime olan seciyeleri îkaz ve tenbih ve cevher-i insaniyeti feverana getirmek ve kıymet-i natıkıyeti izhar etmek, şua-ı hakikatın hassasıdır.
Evet, kasavet-i mücessemenin misal-i müşahhası olan "Ved-i benat"
{(*) Kızını diri olarak defnetmek. -Müellif-}
gibi umurlardan kalblerini taskil; ve rikkat ve letafetin lem'ası olan hayvanata merhamet; hatta karıncaya şefkat gibi umur ile tezyin etmesi öyle bir inkılâb-ı azîmdir, hususan öyle akvam-ı bedevîde -ki hiçbir kanun-u tabiiyyeye tevfik olmadığından- harikulâde olduğu musaddak-gerde-i erbab-ı basirettir.
İslâmiyetinden bir saat evvel Ömer, İslâmiyetinden sonra Ömer ile müvazene edilse; bir hurma çekirdeği, bir meyvedar hurma ağacı nisbeti nazara çarpar.
Vahşî bir bedevî sahradan gelir, kelime-i şehâdetten sonra sohbet-i nebeviyyenin iksiriyle birdenbire başkalaşır. Kendi kendine benzemez. Başka kavme gider, muallim-i hikmet olurdu.
Beşincisi: Noktayı dinle!
İşte tarih-i âlem şehâdet eder ki; dâhî odur: Umumda bir veya iki hissin ve seciyenin ve isti'dadın inkişafına ve ikazına ve feverana getirmesine muvaffak olsun. Zîrâ öyle bir hiss-i nâim ikaz edilmezse, sa'y hebâen gider ve muvakkat olur.
İşte en büyük dâhî, ancak âmmede bir veya iki hiss-i umumînin îkâzına muvaffak olabilmiştir. Ezcümle: Hiss-i hürriyet ve seciye-i hamiyet ve fikr-i milliyet ve muhabbet-i vataniye ve uhuvvet-i insaniye gibi...
Yükleniyor...