Ve zaman-ı mazî, enbiya ve kütüb ve kâhinlerin rumûz ve telvihatıyla, O Şems-i Hakikatın fecr-i sadıkını göstererek müjdeci oluyor.

Ve zaman-ı hal, yâni Asr-ı Saadet lisan-ı haliyle; tabiat-ı Araptaki inkılâb-ı azîmin ve bedevîyet-i sırfdan medeniyet-i mahzanın def'aten tevellüdünü şahid göstererek nübüvvetini isbat ediyor.

Ve zaman-ı müstakbel, kendi vukuât ve fünûnun etvar-ı müdakkikane ile O'nun mevkeb-i ikbâlini istikbâl; ve lisan-ı hakîmane ile irşadatına teşekkür ediyor.

Nev'i beşer, kendi muhakkikleriyle, bâhusus hatib-i beliğî ki; şems gibi kendi kendine bürhan olan Muhammed'in (A.S.M.) lisan-ı fasihânesiyle hakdan geldiğini, ilân ediyor.

Ve Zât-ı Zülcelâl, kendi Kur'ân'ının lisan-ı beliğanesiyle ol Nebiyyi Ümmînin ferman-ı risaletini cinn ve inse işittiriyor.

Hangi kuvvet vardır ki, bu icma'ın hükmünü reddetsin? Kimin haddi var, şu ittifaka karşı muhalefet etsin? Hangi şüphe var ki, tevatür-ü mevcûdata karşı dayanabilsin?

BİRİNCİ ŞUA

ENBİYA MECLİSİNE MÜRACAAT

İşte enbiyanın lisan-ı halleri şehâdet, lisan-ı kalleri beşaret veriyor.

BİRİNCİSİ

Eğer sahife-i itibar-i âlemde menkuş olan âsar-ı enbiyayı nazar-ı mütalaaya alsan; ve tarihin lisanından nübüvvete dair cereyan eden ahvallerini dinlersen; ve cihet-ül vahdet-i nübüvveti zaman ve mekanın tesirat-ı hususiyelerinden tecrid edebilsen, göreceksin ki; enbiyaya "nebî" dedirtmiş ve nübüvvetlerine medar olmuş olan esaslar ki, herbir nebî, iddia-yı nübüvvet ve mu'cizeyi izhar; ve düstur-u hareketi Hukukullah ve hukuk-u ibadı muhafaza; ve terk-i menafi-i şahsiyye; ve ümeme karşı keyfiyet-i muameleleri; ve ümmetin onlara karşı keyfiyet-i telakkisi; ve zatlarındaki sebeb-i temayüz olan meziyyât gibi medar-ı nübüvvet olan esaslar evlad-ı beşerin en âhir üstadı olan Muhammed-i Hâşimîde (A.S.M.) daha ekmeli ve daha azheri bulunur. Demek oluyor ki; yakîni

Yükleniyor...