Kaldı, ticaret-i uhrevî. Öyle bir ahdetmişim; re's-ül malı da kaybetsem mesleğimden dönmeyeceğim. Şimdiden hasaret ediyorum, çok günaha düşüyorum.

Bir şey kaldı: O da şöhret-i kâzibedir. İşte ben ondan usandım, kaçıyorum. Zîrâ uhdesine gelmediğim çok vazifeyi bana yükletiyor.

S- Neden meşrutî hükûmete (ve dinsiz olmayan) Jön Türklere mümkin olduğu kadar hüsn-ü zan ediyorsun?

C- Mümkin olduğu derecede sû-i zan ettiğiniz için, ben hüsn-ü zan ederim. Eğer öyle ise, zâten iyi.. Yoksa, tâ öyle olsunlar, yol gösteriyorum.

S- İttihad ve Terakki hakkında re'yin nedir?

C- Kıymetlerini takdir ile beraber, siyasiyyunlarındaki şiddete mu'te-rizim.

{(**) Adaletin tevziinde adalet olmasa zulüm görünür. Bir hatır için bin hatır kırılmaz. Şiddet ayrı, hamiyet ayrıdır. Bir hodpesend hakkı iltizam etse, çokları haksızlığa sevk eder, belki mecbur eder. -Müellif-}

Me'muldür ki o şiddet, nedamete ve şefkate inkılab etsin. Lâkin onların iktisadî ve maarifî olan -bahusus şarkî vilayattaki- şubelerini bir derece istihsan ve tebrik ederim.

S- Zindan-ı atalete düştüğümüzün sebebi nedir?

C- Hayat cidaldir. Şevk ise matiyyesidir. İşte himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedid olan yeis rast gelir. Kuvve-i maneviyesini kırar. Siz o düşmana karşı

لَا تَقْنَطُوا

kılıncını istimal ediniz.

Sonra müzahametsiz olan hakkın hizmetinin yerini zabteden meyl-üt tefevvuk istibdadı hücuma başlar. Himmetin başına vurur, atından düşürttürür. Siz

كُونُوا لِلّٰهِ

hakikatını o düşmana gönderiniz.

Sonra da ilel-i müteselsiledeki terettübü atlamakla müşevveş eden aculiyet çıkar, himmetin ayağını kaydırır.

Yükleniyor...