büyük, hakîkaten büyük değildir, küçüktür. Milletini küçüklettiriyor. Zîrâ milleti her sa'yi suhre gibi işliyor, hatır için gibi yapıyor... İyilik etse de riya karıştırıyor. Müdahene ve yalana alışıyor. Daima aşağıya iniyor. Zîrâ sa'y-i insanînin buharı hükmünde olan şevk müntafî oluyor. Ağaları ve büyükleri omuzlarına biner, tâ yalnız görünsün. Onların etlerinden yer, tâ büyüsün. O milletin gonca misal isti'dadatı üzerine o reis perde olup ziyayı göstermiyor. Belki yalnız o, neşv-ü nema bulur. İnkişaf eder. Açılır.
Eğer müşahhas istibdadı görmek arzu ediyorsanız işte size şu...
S- Aman bu kadar istibdadın fena bir zehiri var iken acibdir ki, biz bu kadar kalmışız!
C- Acib değildir. İhtilaftan bazen istifade olunur. O pis istibdadın taaddüdü için birbirinin kuvvetini bir derece kırar, ta'dil ederdi. Yoksa işiniz fena idi.
S- İkinci kısım nasıldır?
C- Bir büyük adam, hakka isnad ile aklı isti'mal edip, muhabbetle milletini kendisine rabt, zîr-i destânın omuzları üstüne çıkmaz, altına girer, yükseltir, şevklerini uyandırır. Bir iyilik olursa, mânen millete tevzi' eder. Herkese bir parça namus düşmekle şevki artırır. Hak yerini bulmak için milletini ziya-yı mârifete karşı tutar, gonca misal olan o milletin hissiyatına zülal-i muhabbet ve aklı gönderir, neşv-ü nema verirse;
سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ
hadis-i şerifte; meşrutiyetli reise misal-i müşahhas olur. Meşrutiyeti gözle görmek istiyorsanız işte şu aynaya bakınız!..
S- Demek büyük o değil ki; kılıncı keskin olsun, milleti kendine feda etsin. Belki odur ki; aklı keskin olsun, kalbi millet için fedakâr olsun.
C- Ha! Şimdi bir ışık buldunuz!.. Elbette bir doğru şeyhin müridleri, yahud eski âdil beylerin mensublarıyla; müstebid bir ağa hizmetkârlarının cihet-i irtibatta farklarını bulursunuz.
Maatteessüf büyüklerdeki meziyyet, sebeb-i tevazu iken, vasıta-i tahakküm oluyor. Avamdaki zayıf bir damar, câlib-i şefkat iken, vesile-i esaret oluyor.
Eğer müşahhas istibdadı görmek arzu ediyorsanız işte size şu...
S- Aman bu kadar istibdadın fena bir zehiri var iken acibdir ki, biz bu kadar kalmışız!
C- Acib değildir. İhtilaftan bazen istifade olunur. O pis istibdadın taaddüdü için birbirinin kuvvetini bir derece kırar, ta'dil ederdi. Yoksa işiniz fena idi.
S- İkinci kısım nasıldır?
C- Bir büyük adam, hakka isnad ile aklı isti'mal edip, muhabbetle milletini kendisine rabt, zîr-i destânın omuzları üstüne çıkmaz, altına girer, yükseltir, şevklerini uyandırır. Bir iyilik olursa, mânen millete tevzi' eder. Herkese bir parça namus düşmekle şevki artırır. Hak yerini bulmak için milletini ziya-yı mârifete karşı tutar, gonca misal olan o milletin hissiyatına zülal-i muhabbet ve aklı gönderir, neşv-ü nema verirse;
سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ
hadis-i şerifte; meşrutiyetli reise misal-i müşahhas olur. Meşrutiyeti gözle görmek istiyorsanız işte şu aynaya bakınız!..
S- Demek büyük o değil ki; kılıncı keskin olsun, milleti kendine feda etsin. Belki odur ki; aklı keskin olsun, kalbi millet için fedakâr olsun.
C- Ha! Şimdi bir ışık buldunuz!.. Elbette bir doğru şeyhin müridleri, yahud eski âdil beylerin mensublarıyla; müstebid bir ağa hizmetkârlarının cihet-i irtibatta farklarını bulursunuz.
Maatteessüf büyüklerdeki meziyyet, sebeb-i tevazu iken, vasıta-i tahakküm oluyor. Avamdaki zayıf bir damar, câlib-i şefkat iken, vesile-i esaret oluyor.
Yükleniyor...