Eğer müşahhas istibdadı görmek arzu ediyorsanız işte size şu...
S- Aman bu kadar istibdadın fena bir zehiri var iken acibdir ki, biz bu kadar kalmışız!
C- Acib değildir. İhtilaftan bazen istifade olunur. O pis istibdadın taaddüdü için birbirinin kuvvetini bir derece kırar, ta'dil ederdi. Yoksa işiniz fena idi.
S- İkinci kısım nasıldır?
C- Bir büyük adam, hakka isnad ile aklı isti'mal edip, muhabbetle milletini kendisine rabt, zîr-i destânın omuzları üstüne çıkmaz, altına girer, yükseltir, şevklerini uyandırır. Bir iyilik olursa, mânen millete tevzi' eder. Herkese bir parça namus düşmekle şevki artırır. Hak yerini bulmak için milletini ziya-yı mârifete karşı tutar, gonca misal olan o milletin hissiyatına zülal-i muhabbet ve aklı gönderir, neşv-ü nema verirse;
سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ
hadis-i şerifte; meşrutiyetli reise misal-i müşahhas olur. Meşrutiyeti gözle görmek istiyorsanız işte şu aynaya bakınız!..
S- Demek büyük o değil ki; kılıncı keskin olsun, milleti kendine feda etsin. Belki odur ki; aklı keskin olsun, kalbi millet için fedakâr olsun.
C- Ha! Şimdi bir ışık buldunuz!.. Elbette bir doğru şeyhin müridleri, yahud eski âdil beylerin mensublarıyla; müstebid bir ağa hizmetkârlarının cihet-i irtibatta farklarını bulursunuz.
Maatteessüf büyüklerdeki meziyyet, sebeb-i tevazu iken, vasıta-i tahakküm oluyor. Avamdaki zayıf bir damar, câlib-i şefkat iken, vesile-i esaret oluyor.
Yükleniyor...