İşte mahiyet-i istibdadın timsali budur. Zîrâ sabıkta pâdişah kendi yerinde mahbus gibi oturuyordu. Bîçâre milletin hâlini anlamıyordu. Yâhud za'f-ı kalb ve kuvvet-i vehim ile anlamak istemiyordu. Yâhud mütehevvisane ve mütekeyyifâne ve mütekalkıl olan tabiatı anlattırmaya müsaid değildi.
İşte hükümetteki istibdada, herşeydeki istibdadı kıyas ediniz! Hatta taklidi tevlid eden ilmin istibdadı dahi böyledir.
Amma bizzarûre hükûmet-i İslâmiyenin hedef-i maksadı olan Meşrutiyet-i meşrû'anın timsalini isterseniz; farzediniz ben bir hekîmim. Şu çadır dahi eczahanedir, içindeyim. Umum köylerde veyahud evlerde çeşit çeşit hastalıkları teşhis etmiş, reçetesini yazmış bir müntehap adam yanıma geliyor. Reçetesini ibraz ediyor ki; "Dâ'-ül cehil ile baş ağrısı var" yazılıdır. Ben dahi fen afyonunu ibtida onların lisanlarının zarfında sonra da lisan-ı resmiye ifrağ ederek veriyorum. Bir başkasının reçetesini gösteriyor ki; kalb hastalığı olan za'f-ı diyanet var. Ben de fünûnu, maarif-i İslâmiye ile meczedererek bir macun yapıyorum, müderrislerin ellerine veriyorum, gönderiyorum. Diğerinde da'-ül husûmet ile ihtilâl sıtması var. Ben de fikr-i milliyeti uyandırarak, ışıklandırarak, tiryak misal adalet ve muhabbeti o nur ile mezcettirerek sulfato misal bir ilaç veriyorum. İşte böyle bir hekîmdir ki, vatan hastahanesinde bîçare etfali helaktan halas eder.
Hâ! Hükûmet-i meşrûtanın timsâl-i nûranisi:
كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْؤُلٌ عَنْ رَعْيَتِهِ
sırrınca, herbir büyük adam bu düsturu nazara almak gerektir.
S- Derman dermandır, neden zehir olsun?
C- Bir derdin dermanı, başka bir derde zehir olabilir. Bir derman hadden geçerse derd getirir.
S- Ne diyorsun, "istahsente zâveremin" Hâl-ı hazırın eskisi gibi çok fenalığı var, bize zulmeder. Hem de zaafta, kuvvetsizlikte eskisine benzer. Demek tarif ettiğin Meşrutiyet daha bize selâm etmemiş... Tâ ki biz de: "Ehlen ve sehlen" desek.
İşte hükümetteki istibdada, herşeydeki istibdadı kıyas ediniz! Hatta taklidi tevlid eden ilmin istibdadı dahi böyledir.
Amma bizzarûre hükûmet-i İslâmiyenin hedef-i maksadı olan Meşrutiyet-i meşrû'anın timsalini isterseniz; farzediniz ben bir hekîmim. Şu çadır dahi eczahanedir, içindeyim. Umum köylerde veyahud evlerde çeşit çeşit hastalıkları teşhis etmiş, reçetesini yazmış bir müntehap adam yanıma geliyor. Reçetesini ibraz ediyor ki; "Dâ'-ül cehil ile baş ağrısı var" yazılıdır. Ben dahi fen afyonunu ibtida onların lisanlarının zarfında sonra da lisan-ı resmiye ifrağ ederek veriyorum. Bir başkasının reçetesini gösteriyor ki; kalb hastalığı olan za'f-ı diyanet var. Ben de fünûnu, maarif-i İslâmiye ile meczedererek bir macun yapıyorum, müderrislerin ellerine veriyorum, gönderiyorum. Diğerinde da'-ül husûmet ile ihtilâl sıtması var. Ben de fikr-i milliyeti uyandırarak, ışıklandırarak, tiryak misal adalet ve muhabbeti o nur ile mezcettirerek sulfato misal bir ilaç veriyorum. İşte böyle bir hekîmdir ki, vatan hastahanesinde bîçare etfali helaktan halas eder.
Hâ! Hükûmet-i meşrûtanın timsâl-i nûranisi:
كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْؤُلٌ عَنْ رَعْيَتِهِ
sırrınca, herbir büyük adam bu düsturu nazara almak gerektir.
S- Derman dermandır, neden zehir olsun?
C- Bir derdin dermanı, başka bir derde zehir olabilir. Bir derman hadden geçerse derd getirir.
S- Ne diyorsun, "istahsente zâveremin" Hâl-ı hazırın eskisi gibi çok fenalığı var, bize zulmeder. Hem de zaafta, kuvvetsizlikte eskisine benzer. Demek tarif ettiğin Meşrutiyet daha bize selâm etmemiş... Tâ ki biz de: "Ehlen ve sehlen" desek.
Yükleniyor...