Zîra külahıma püskül takmak gibi, başkasının sözü sözlerimle hiç münasebet ve ülfet peyda etmiyor. Sözlerimden tevahhuş eder.
Sâdisen:
Tabiâtımdaki ifrat cihetiyle düşündüğümden; mütercim-i hayalînin tercümesinde, hattatın imlâsında, tâbi'ın tab'ında, mutali'in fehminde bazen yanlış düşmekle güzel bir hakikat çirkinleşiyor.
Sâbian:
Şu "Saykal-ı İslâmiyet" ve "Ekrad Reçetesi" olan iki eser, o dehşetli dağ ve dere ve sahraların kuvve-i münbitesi fevkalâde neşv ü nema vererek kırk elli gün zarfında hem yeşillendi, hem cesim bir şecere oldu, hem meyve verdi.
Evet öyle bir vakitte vücûda geldi ki; dağlar beni derelerin yed-i haşinine fırlatıyordu. Onlar da beni sahraların yüzlerine çarpıyordu. Sonra hamiyet-i milliye ve hamiyet-i İslâmiye şu iki sınıf meyveleri dağ başından koparıp, ve bazen rüzgâr vurup derenin dibine düşmüş meyveleri ilaç için toplayıp, medine-i medeniyetin çarşısına getirdiler. Hatta bir kısmı "Bâşid" dağının yemişidir. Bir taîfesi "Ferraşin" ovasının meyvesidir. Bir miktarı Beytüşşebab deresinde kırmızılanmış semeresidir.
İşte şu iki eseri yazdığım vakit; zaman kısa, mekân vahşi, ben seyyah, zihin müşevveş, vücûd yarım hasta, yazmak acele olduğundan elbette müşevveş olur.
Ey ehl-i insaf! Mazaretim bu!.. Kabul ederseniz, insafın şe'nidir. Etmezseniz emin olunuz; size minnet etmem. Hiç de kabul etmeyiniz. Sizin minnetiniz dağ başında olsun. Size beğendirmek için değil, belki hakka hizmet için yazdım, vesselâm.
Şu eserin nağamatını dinlemek için bir Kürd cesedini giymek, bir vahşî hayalini başına takmak gerektir. Yoksa ne istima' helâl, ne sema' tatlı olur.
Ebû Lâşey' SAİD
Sâdisen:
Tabiâtımdaki ifrat cihetiyle düşündüğümden; mütercim-i hayalînin tercümesinde, hattatın imlâsında, tâbi'ın tab'ında, mutali'in fehminde bazen yanlış düşmekle güzel bir hakikat çirkinleşiyor.
Sâbian:
Şu "Saykal-ı İslâmiyet" ve "Ekrad Reçetesi" olan iki eser, o dehşetli dağ ve dere ve sahraların kuvve-i münbitesi fevkalâde neşv ü nema vererek kırk elli gün zarfında hem yeşillendi, hem cesim bir şecere oldu, hem meyve verdi.
Evet öyle bir vakitte vücûda geldi ki; dağlar beni derelerin yed-i haşinine fırlatıyordu. Onlar da beni sahraların yüzlerine çarpıyordu. Sonra hamiyet-i milliye ve hamiyet-i İslâmiye şu iki sınıf meyveleri dağ başından koparıp, ve bazen rüzgâr vurup derenin dibine düşmüş meyveleri ilaç için toplayıp, medine-i medeniyetin çarşısına getirdiler. Hatta bir kısmı "Bâşid" dağının yemişidir. Bir taîfesi "Ferraşin" ovasının meyvesidir. Bir miktarı Beytüşşebab deresinde kırmızılanmış semeresidir.
İşte şu iki eseri yazdığım vakit; zaman kısa, mekân vahşi, ben seyyah, zihin müşevveş, vücûd yarım hasta, yazmak acele olduğundan elbette müşevveş olur.
Ey ehl-i insaf! Mazaretim bu!.. Kabul ederseniz, insafın şe'nidir. Etmezseniz emin olunuz; size minnet etmem. Hiç de kabul etmeyiniz. Sizin minnetiniz dağ başında olsun. Size beğendirmek için değil, belki hakka hizmet için yazdım, vesselâm.
Şu eserin nağamatını dinlemek için bir Kürd cesedini giymek, bir vahşî hayalini başına takmak gerektir. Yoksa ne istima' helâl, ne sema' tatlı olur.
Ebû Lâşey' SAİD
Yükleniyor...