ile; hem de gayet mütenevviâ ve muhtelife tabayi' ve hissiyatı tazammun eden ve o "İki Reçeteyi" vücûda getiren üssülesas mesleğim, elmas-misâl olan İslâmiyet hissinin sadefi ve Kürdlükle memzuç olan milliyet fikrinin verdiği ders ile şöyle eserleri intac etti. Demek herbir eserim birkaç asrın fezlekesi; ve Kürd taifelerinin tabiâtlarının enmûzeci; ve gayet muhtelife etvarımın nümunesi olduğundan, hakiki intizam onda aramak abestir.
Evet edebin değil, belki edebiyatın kanununa karşı âsarımı muhalefete sevk eden yedi esbabdır:
Evvelâ:
Sabâvetimden beri kâh kuyu dibinde, kâh minare başında gibi fehmen isti'dâdlarda bulunuyorum. Kâh gayet dakik bir hakikat davetsiz elime geliyor. Kâh gayet tanışım, dostum olmuş bir hakikat ecnebî olup tanımıyorum. Hatta bir günde kâh gayet cahil, kâh tecrübeli bir siyasî gibi işe karışmak isterim.
Sâniyen:
Meşrutiyetin fecr-i sâdıkına kadar inşâ ve kitabette tamamen hem ümmî hem acemî idim. Her ne ki inşâ ettimse, üstadımız olan Meşrutiyetten öğrendim. Cînân-ı cenânda yemişler kemâle ermemiş iken kopardım. Eğer size ekşi gelirse, yüzünüzü ekşitip abûs, kamtarîr olmayınız.
Sâlisen:
Müstehak olmadığım teveccüh-ü âmmeden neş'et eden bir şöhret-i kâzibe, bana tahmil ettiği vazife-i mühimme ile aczden neş'et eden atlamak nümayişe, sahte ehliyetle ehil olmadığım bir şeye girişmeğe mecbur oldum...
Râbian:
Fıtraten bendeki gurûr, milliyeten bendeki fahriye, mesleken bendeki tahdîs-i nimet, meşreben bendeki meyl-i tefevvuk, kavmiyeten bendeki meyl-i tecellüd ve meyl-i nümayiş; Şâş adama eserlerimde hakîkattan fazla bir enaniyet gösteriyor. Evet enaniyet var.. Benim değil milletimin enaniyetidir. Benlik var.. Benim değil sınıfım olan melâik-i medârisin izzetidir.
Hâmisen:
Ben Kürdçe düşünürüm, Türkçe ve Arabça yazıyorum. Matbaa-i hayaldeki mütercim acemî, ya kalbin sözünü iyi anlamıyor. Veya lisanın diline âşina değildir. Hem Türkçenin sarf, nahvini bilmediğimden; ma'naya giydirdiğim üslûbun düğmeleri pek karışık oluyor. Hatta "evet, işte, şimdi, hemde, zîra, olan, şu, bu" tekerrürleri sizin gibi beni de usandırıyor. Başkasının tashîhine de kat'iyyen razı olamıyorum.
Evet edebin değil, belki edebiyatın kanununa karşı âsarımı muhalefete sevk eden yedi esbabdır:
Evvelâ:
Sabâvetimden beri kâh kuyu dibinde, kâh minare başında gibi fehmen isti'dâdlarda bulunuyorum. Kâh gayet dakik bir hakikat davetsiz elime geliyor. Kâh gayet tanışım, dostum olmuş bir hakikat ecnebî olup tanımıyorum. Hatta bir günde kâh gayet cahil, kâh tecrübeli bir siyasî gibi işe karışmak isterim.
Sâniyen:
Meşrutiyetin fecr-i sâdıkına kadar inşâ ve kitabette tamamen hem ümmî hem acemî idim. Her ne ki inşâ ettimse, üstadımız olan Meşrutiyetten öğrendim. Cînân-ı cenânda yemişler kemâle ermemiş iken kopardım. Eğer size ekşi gelirse, yüzünüzü ekşitip abûs, kamtarîr olmayınız.
Sâlisen:
Müstehak olmadığım teveccüh-ü âmmeden neş'et eden bir şöhret-i kâzibe, bana tahmil ettiği vazife-i mühimme ile aczden neş'et eden atlamak nümayişe, sahte ehliyetle ehil olmadığım bir şeye girişmeğe mecbur oldum...
Râbian:
Fıtraten bendeki gurûr, milliyeten bendeki fahriye, mesleken bendeki tahdîs-i nimet, meşreben bendeki meyl-i tefevvuk, kavmiyeten bendeki meyl-i tecellüd ve meyl-i nümayiş; Şâş adama eserlerimde hakîkattan fazla bir enaniyet gösteriyor. Evet enaniyet var.. Benim değil milletimin enaniyetidir. Benlik var.. Benim değil sınıfım olan melâik-i medârisin izzetidir.
Hâmisen:
Ben Kürdçe düşünürüm, Türkçe ve Arabça yazıyorum. Matbaa-i hayaldeki mütercim acemî, ya kalbin sözünü iyi anlamıyor. Veya lisanın diline âşina değildir. Hem Türkçenin sarf, nahvini bilmediğimden; ma'naya giydirdiğim üslûbun düğmeleri pek karışık oluyor. Hatta "evet, işte, şimdi, hemde, zîra, olan, şu, bu" tekerrürleri sizin gibi beni de usandırıyor. Başkasının tashîhine de kat'iyyen razı olamıyorum.
Yükleniyor...