HÂTİME
Ey benim kelâmımı mütalaa eden zevat! Geniş bir fikir ile ve müteyakkız bir nazar ile ve müvazeneli bir basiretle mecmû-u kelâmımı, yani mesalik-i hamseyi muhit bir daire veya müstedir bir sur gibi nazara alınız, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın nübüvvetine merkez gibi temaşa ediniz. Veyahut sultanın etrafına halka tutmuş olan asakir-i müteâvine'nin nazarıyla bakınız! Tâ ki, bir taraftan hücum eden evhamı, müteca-vibe ve müteâvine olan cevanib-i saire def' edebilsin. İşte şu halde Japonların suali olan:
مَا الدَّل۪يلُ الْوَاضِحُ عَلٰى وُجُودِ اْلاِلٰهِ الَّذ۪ى تَدْعُونَنَا اِلَيْهِ
ye karşı derim: İşte Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm!..
İşaret ve İrşad ve Tenbih:
Vakta kâinat tarafından, hükûmet-i hilkat canibinden müstantık ve sâil sıfatıyla gönderilen fenn-i hikmet; istikbale teveccüh eden nev'-i beşerin talî'alarına rastgelmiş, birden fenn-i hikmet şöyle bir takım sualleri irad etmiş ki:
"Ey insan evlâdları! Nereden geliyorsunuz? Kimin emriyle? Ne edeceksiniz? Nereye gideceksiniz? Mebdeiniz nereden? Ve müntehanız nereyedir?" O vakit nev'-i beşerin hatib ve mürşid ve reisi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ayağa kalkarak, hükûmet-i hilkat cânibinden gelen fenn-i hikmete şöyle cevab vermiştir ki:
"Ey müstantık efendi! Biz maâşir-i mevcudat, Sultan-ı Ezel'in emriyle, kudret-i İlahiyenin dairesinden memuriyet sıfatıyla gelmişiz. Şu hulle-i vücûdu bize giydirerek ve şu sermaye-i saadet olan isti'dadatı veren, cemî'-i evsaf-ı kemâliye ile muttasıf ve Vâcib-ül vücûd olan Hâkim-i Ezel'dir. Biz maâşir-i beşer dahi, şimdi saâdet-i ebediyenin esbabını tedarik etmekle meşgulüz. Sonra birden ebede müteveccihen şehristan-ı ebed-ül âbâd olan haşr-i cismanîye gideceğiz.
İşte ey hikmet, halt etme ve safsata yapma!.. Gördüğün ve işittiğin gibi söyle!.."
Ey benim kelâmımı mütalaa eden zevat! Geniş bir fikir ile ve müteyakkız bir nazar ile ve müvazeneli bir basiretle mecmû-u kelâmımı, yani mesalik-i hamseyi muhit bir daire veya müstedir bir sur gibi nazara alınız, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın nübüvvetine merkez gibi temaşa ediniz. Veyahut sultanın etrafına halka tutmuş olan asakir-i müteâvine'nin nazarıyla bakınız! Tâ ki, bir taraftan hücum eden evhamı, müteca-vibe ve müteâvine olan cevanib-i saire def' edebilsin. İşte şu halde Japonların suali olan:
مَا الدَّل۪يلُ الْوَاضِحُ عَلٰى وُجُودِ اْلاِلٰهِ الَّذ۪ى تَدْعُونَنَا اِلَيْهِ
ye karşı derim: İşte Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm!..
İşaret ve İrşad ve Tenbih:
Vakta kâinat tarafından, hükûmet-i hilkat canibinden müstantık ve sâil sıfatıyla gönderilen fenn-i hikmet; istikbale teveccüh eden nev'-i beşerin talî'alarına rastgelmiş, birden fenn-i hikmet şöyle bir takım sualleri irad etmiş ki:
"Ey insan evlâdları! Nereden geliyorsunuz? Kimin emriyle? Ne edeceksiniz? Nereye gideceksiniz? Mebdeiniz nereden? Ve müntehanız nereyedir?" O vakit nev'-i beşerin hatib ve mürşid ve reisi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ayağa kalkarak, hükûmet-i hilkat cânibinden gelen fenn-i hikmete şöyle cevab vermiştir ki:
"Ey müstantık efendi! Biz maâşir-i mevcudat, Sultan-ı Ezel'in emriyle, kudret-i İlahiyenin dairesinden memuriyet sıfatıyla gelmişiz. Şu hulle-i vücûdu bize giydirerek ve şu sermaye-i saadet olan isti'dadatı veren, cemî'-i evsaf-ı kemâliye ile muttasıf ve Vâcib-ül vücûd olan Hâkim-i Ezel'dir. Biz maâşir-i beşer dahi, şimdi saâdet-i ebediyenin esbabını tedarik etmekle meşgulüz. Sonra birden ebede müteveccihen şehristan-ı ebed-ül âbâd olan haşr-i cismanîye gideceğiz.
İşte ey hikmet, halt etme ve safsata yapma!.. Gördüğün ve işittiğin gibi söyle!.."
Yükleniyor...