Evvelki feylesof dahi diyor ki: Hakâik-i İslâmiyet çıktıkları zaman; ateş-i cevval gibi, hatabın parçalarına benzeyen sair efkâr ve edyanı bel' etti. Hem de hakkı vardır. Zîrâ başkaların safsatiyatından birşey çıkmaz, ilââhirihî...
Evet onüç asırdan beri o kadar dehşetli müsademata karşı hakâikını muhafaza etmiştir. Belki bu müsademe, keşmekeş; hakikat-ı İslâmiyetin omuzu üstünden türab-ı hafayı terkik ve tahfif ediyor. Neam, vücûd ve hal-i âlem buna şahiddir. Makale-i ûlâdaki mukaddematı nazara almak gerektir.
Vehim ve Tenbih:
Eğer desen: Herbir fende yalnız bir fezlekeyi bilmek bir adam için mümkindür...
Elcevab:
Neam, lâ!.. Zîrâ öyle bir fezleke ki; hüsn-ü isabet ve mevki-i münasibde ve münbit bir zeminde istimal gibi... sâbıkan mezkûr sair noktalar ile cam gibi maverasından ıttıla-ı tâm ve melekeyi gösteren fezlekeler mümkin değildir. Evet, kelâm-ı vâhid iki mütekellimden çıkarsa; birinin cehline ve ötekisinin ilmine bazı umûr-u mermuze-i gayr-ı mesmua ile delalet eder.
İşaret ve İrşad ve Tenbih:
Ey benimle şu kitabın evvel-i menazilinden hayaliyle seyr ü sefer eden birader-i vicdan! Geniş bir nazar ile nazar et ve müvazene et! Kendi hayalinde muhakeme etmek için bir meclis-i âliyeyi teşkil et, Sonra da "Mukaddemat-ı isna aşer"den müntehabatını davet et, hazır olsunlar. Sonra da şu kaidelerle müşavere et! İşte:
Bir şahıs çok fünûnda mütehassıs ve meleke sahibi olmaz. Hem de bir kelâm iki mütekellimden mütefavittir, başkalaşır. Ve hem de fünûn, mürur-u zaman ile telahuk-u efkârın neticesidir. Hem de müstakbeldeki bedihî birşey, mazîde nazarî olabilir. Hem de medenîlerin malûmu, bedevîlere meçhul olabilir. Hem de mazîyi müstakbele kıyas etmek, bir kıyas-ı hâdi'-i müsebbittir. Hem de ehl-i veber ve bâdiyetin besateti ise, ehl-i meder ve medeniyetin hile ve desaisine mütehammil değildir. Evet, neam; hile medeniyetin perdesi altında tesettür edebilir. Hem de pek çok ulûm, âdât ve ahval ve vukuâtın telkinatıyla teşekkül edebilir. Hem de beşerin nur-u nazarı, müstakbele nüfuz edemez. Müstakbele mahsus olan şeyleri göremez. Hem de beşerin kanunu için bir ömr-ü tabiî vardır. Nefs-i beşer gibi o da inkıta' eder. Hem de muhit, zaman ve mekân, nüfusun ahvalinde büyük bir tesiri vardır. Hem de eskide hârikulâde olan şeyler, şimdi âdî sırasına geçebilir. Zîrâ mebadî tekemmül etmişler... Hem de
Evet onüç asırdan beri o kadar dehşetli müsademata karşı hakâikını muhafaza etmiştir. Belki bu müsademe, keşmekeş; hakikat-ı İslâmiyetin omuzu üstünden türab-ı hafayı terkik ve tahfif ediyor. Neam, vücûd ve hal-i âlem buna şahiddir. Makale-i ûlâdaki mukaddematı nazara almak gerektir.
Vehim ve Tenbih:
Eğer desen: Herbir fende yalnız bir fezlekeyi bilmek bir adam için mümkindür...
Elcevab:
Neam, lâ!.. Zîrâ öyle bir fezleke ki; hüsn-ü isabet ve mevki-i münasibde ve münbit bir zeminde istimal gibi... sâbıkan mezkûr sair noktalar ile cam gibi maverasından ıttıla-ı tâm ve melekeyi gösteren fezlekeler mümkin değildir. Evet, kelâm-ı vâhid iki mütekellimden çıkarsa; birinin cehline ve ötekisinin ilmine bazı umûr-u mermuze-i gayr-ı mesmua ile delalet eder.
İşaret ve İrşad ve Tenbih:
Ey benimle şu kitabın evvel-i menazilinden hayaliyle seyr ü sefer eden birader-i vicdan! Geniş bir nazar ile nazar et ve müvazene et! Kendi hayalinde muhakeme etmek için bir meclis-i âliyeyi teşkil et, Sonra da "Mukaddemat-ı isna aşer"den müntehabatını davet et, hazır olsunlar. Sonra da şu kaidelerle müşavere et! İşte:
Bir şahıs çok fünûnda mütehassıs ve meleke sahibi olmaz. Hem de bir kelâm iki mütekellimden mütefavittir, başkalaşır. Ve hem de fünûn, mürur-u zaman ile telahuk-u efkârın neticesidir. Hem de müstakbeldeki bedihî birşey, mazîde nazarî olabilir. Hem de medenîlerin malûmu, bedevîlere meçhul olabilir. Hem de mazîyi müstakbele kıyas etmek, bir kıyas-ı hâdi'-i müsebbittir. Hem de ehl-i veber ve bâdiyetin besateti ise, ehl-i meder ve medeniyetin hile ve desaisine mütehammil değildir. Evet, neam; hile medeniyetin perdesi altında tesettür edebilir. Hem de pek çok ulûm, âdât ve ahval ve vukuâtın telkinatıyla teşekkül edebilir. Hem de beşerin nur-u nazarı, müstakbele nüfuz edemez. Müstakbele mahsus olan şeyleri göremez. Hem de beşerin kanunu için bir ömr-ü tabiî vardır. Nefs-i beşer gibi o da inkıta' eder. Hem de muhit, zaman ve mekân, nüfusun ahvalinde büyük bir tesiri vardır. Hem de eskide hârikulâde olan şeyler, şimdi âdî sırasına geçebilir. Zîrâ mebadî tekemmül etmişler... Hem de
Yükleniyor...