gibi isti'dadat-ı gayr-ı mahdude-i insaniye ile mütenasib olan âmâl ve müyul-ü müteşa'ibeye neşr-i hayat eder; lezzeti içine atar ve kıymet verir ve bast ve temdid eder. İşte nokta-i istimdad...
Hem de bununla beraber, kavga ve müzahametin meydanı olan dağdağa-i hayata peyderpey hücum gösteren âlemin binler musibet ve mezahimlerine karşı yegâne nokta-i istinad mârifet-i Sâni'dir...
Evet herşeyi hikmet ve intizamla gören, Sâni'-i Hakîm'e itikad etmezse ve alel-amyâ tesadüfe havale ederse ve o beliyyata karşı elindeki kudretin adem-i kifayetini düşünse; tevahhuş ve dehşet ve telaş ve havftan mürekkeb bir halet-i cehennem-nümûn ve ciğer-şükâfta kaldığından, eşref ve ahsen-i mahluk olan insan, herşeyden daha perişan olduğundan nizam-ı kâmil-i kâinatın hakikatına muhalif oluyor. İşte nokta-i istinad... Evet melce' yalnız mârifet-i Sâni'dir.
Demek şu iki nokta ile bu derece nizam-ı âlemde hükümfermalık, hakikat-ı nefs-ül emriyenin hassa-i münhasırası olduğu için, her vicdanda iki pencere olan şu iki noktadan vücûd-u Sâni' tecellî ediyor. Akıl görmezse de fıtrat görüyor... Vicdan nezzardır, kalb penceresidir.
Tenbih:
Arş-ı kemâlât olan mârifet-i Sâni'in mi'raclarının usûlü dörttür:
Birincisi:
Tasfiye ve işrak'a müesses olan muhakkikîn-i sofiyenin minhacıdır.
İkincisi:
İmkân ve hudûsa mebni olan mütekellimînin tarîkidir. Bu iki asıl, fil-vaki' Kur'ân'dan teşa'ub etmişlerdir. Lâkin fikr-i beşer başka sûrete ifrağ ettiği için, tavîl-üz zeyl ve müşkilleşmiştir.
Üçüncüsü:
Hükemanın mesleğidir. Üçü de taarruz-u evhamdan masun değildirler...
Dördüncüsü ki, belâgat-ı Kur'âniyenin ulüvv-ü rütbesini ilân eden ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzûh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mi'rac-ı Kur'ânî'dir. İşte biz dahi bunu ihtiyar ettik. Bu da iki nevidir:
Birincisi:
"Delil-i inâyet"tir ki; menafi'-i eşyayı ta'dad eden bütün âyât-ı Kur'âniye bu delile îma ve şu bürhanı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı ekmelinde riayet-i mesalih ve hikemdir. Bu ise, Sâni'in kasd ve hikmetini isbat ve tesadüf vehmini ortadan nefyediyor.
Hem de bununla beraber, kavga ve müzahametin meydanı olan dağdağa-i hayata peyderpey hücum gösteren âlemin binler musibet ve mezahimlerine karşı yegâne nokta-i istinad mârifet-i Sâni'dir...
Evet herşeyi hikmet ve intizamla gören, Sâni'-i Hakîm'e itikad etmezse ve alel-amyâ tesadüfe havale ederse ve o beliyyata karşı elindeki kudretin adem-i kifayetini düşünse; tevahhuş ve dehşet ve telaş ve havftan mürekkeb bir halet-i cehennem-nümûn ve ciğer-şükâfta kaldığından, eşref ve ahsen-i mahluk olan insan, herşeyden daha perişan olduğundan nizam-ı kâmil-i kâinatın hakikatına muhalif oluyor. İşte nokta-i istinad... Evet melce' yalnız mârifet-i Sâni'dir.
Demek şu iki nokta ile bu derece nizam-ı âlemde hükümfermalık, hakikat-ı nefs-ül emriyenin hassa-i münhasırası olduğu için, her vicdanda iki pencere olan şu iki noktadan vücûd-u Sâni' tecellî ediyor. Akıl görmezse de fıtrat görüyor... Vicdan nezzardır, kalb penceresidir.
Tenbih:
Arş-ı kemâlât olan mârifet-i Sâni'in mi'raclarının usûlü dörttür:
Birincisi:
Tasfiye ve işrak'a müesses olan muhakkikîn-i sofiyenin minhacıdır.
İkincisi:
İmkân ve hudûsa mebni olan mütekellimînin tarîkidir. Bu iki asıl, fil-vaki' Kur'ân'dan teşa'ub etmişlerdir. Lâkin fikr-i beşer başka sûrete ifrağ ettiği için, tavîl-üz zeyl ve müşkilleşmiştir.
Üçüncüsü:
Hükemanın mesleğidir. Üçü de taarruz-u evhamdan masun değildirler...
Dördüncüsü ki, belâgat-ı Kur'âniyenin ulüvv-ü rütbesini ilân eden ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzûh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mi'rac-ı Kur'ânî'dir. İşte biz dahi bunu ihtiyar ettik. Bu da iki nevidir:
Birincisi:
"Delil-i inâyet"tir ki; menafi'-i eşyayı ta'dad eden bütün âyât-ı Kur'âniye bu delile îma ve şu bürhanı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı ekmelinde riayet-i mesalih ve hikemdir. Bu ise, Sâni'in kasd ve hikmetini isbat ve tesadüf vehmini ortadan nefyediyor.
Yükleniyor...