Eğer tereddüd ile senin hayalinin hastalığı var ise, Kaside-i Bür'iyye'den olan;
وَاسْتَفْرِغِ الدَّمْعَ مِنْ عَيْنٍ قَدِ اْمَتَلَاتْ مِنَ الْمَحَارِمِ وَالْزَمْ حِمْيَةَ النَّدَمِ
olan bîmarhaneye git, gör! Nasıl hakîm-i Busayrî, istifrağla ve nedametin perhiziyle sana reçete yazar.
Eğer iştihanın açılmasıyla "üslûb" denilen hakikatın şişesindeki zülal-i mânâ nasıl kendine muvafık ve nasıl imtizac etmesini seyretmek ve o zülali içmeye iştihan var ise meyhaneye git ve de:
"Ey meyhaneci, kelâm-ı beliğ nedir?" Elbette onun san'atı onu şöyle söylettirecek:
"Kelâm-ı beliğ, ilim denilen çömleklerde pişirilen ve hikmet denilen büyük küplerde duran ve fehm denilen süzgeç ile süzülen, âb-ı hayat gibi bir mânâyı, zürefa denilen sâkiler döndürüp efkâr içer. Esrarda temeşşî etmekle hissiyatı ihtizaza getiren kelâmdır."
Eğer böyle sarhoşların sözlerinden hoşlanmıyorsan; suyun mühendisi olan Hüdhüd-ü Süleyman'ın Sebe'den getirdiği nebe' ve haberi dinle!.. Nasıl inzal-i Kur'ân ve ibda'-ı semavat ve arz eden Zülcelal'i tavsif etmiştir. Hüdhüd diyor: "Bir kavme rast geldim; zemin ve âsûmandan mahfiyatı çıkaran Allah'a secde etmiyorlar..."
Bak! Evsaf-ı kemâliye içinde Hüdhüd'ün hendesesine telvih eden vasf-ı mezburu yalnız ihtiyar eyledi.
İşaret:
Üslûbdan muradım, kelâmın kalıbıdır ve suretidir. Başkalar başka diyorlar. Ve belâgatça faidesi, kıssatın tefârîkını ve perişan olan parçalarını iltiham ve bitiştirmektir. Tâ kaide-i "Bir şey sabit olursa levazımıyla sabittir" sırrıyla bir cüz'ü tahrik etmekle, kıssatın küllünü ihtizaza getirmektir. Güya mütekellim, üslûbun bir köşesini muhataba gösterse, muhatab kendi kendine, -velev bir derece karanlıkta olsa- tamamını görebilir.
Bak, nerede olursa olsun "mübareze" lafzı pencere gibi meydan-ı harbi, içinde harb olarak sana gösterir. Evet çok böyle kelimeler vardır; hayalin simotoğrafisi denilse caizdir.
Tenbih:
Üslûbun meratibi pek mütefavittir. Bâzan o kadar latif ve rakiktir ki, nesim-i seherden daha âheste eser. Bâzan o kadar gizli oluyor
وَاسْتَفْرِغِ الدَّمْعَ مِنْ عَيْنٍ قَدِ اْمَتَلَاتْ مِنَ الْمَحَارِمِ وَالْزَمْ حِمْيَةَ النَّدَمِ
olan bîmarhaneye git, gör! Nasıl hakîm-i Busayrî, istifrağla ve nedametin perhiziyle sana reçete yazar.
Eğer iştihanın açılmasıyla "üslûb" denilen hakikatın şişesindeki zülal-i mânâ nasıl kendine muvafık ve nasıl imtizac etmesini seyretmek ve o zülali içmeye iştihan var ise meyhaneye git ve de:
"Ey meyhaneci, kelâm-ı beliğ nedir?" Elbette onun san'atı onu şöyle söylettirecek:
"Kelâm-ı beliğ, ilim denilen çömleklerde pişirilen ve hikmet denilen büyük küplerde duran ve fehm denilen süzgeç ile süzülen, âb-ı hayat gibi bir mânâyı, zürefa denilen sâkiler döndürüp efkâr içer. Esrarda temeşşî etmekle hissiyatı ihtizaza getiren kelâmdır."
Eğer böyle sarhoşların sözlerinden hoşlanmıyorsan; suyun mühendisi olan Hüdhüd-ü Süleyman'ın Sebe'den getirdiği nebe' ve haberi dinle!.. Nasıl inzal-i Kur'ân ve ibda'-ı semavat ve arz eden Zülcelal'i tavsif etmiştir. Hüdhüd diyor: "Bir kavme rast geldim; zemin ve âsûmandan mahfiyatı çıkaran Allah'a secde etmiyorlar..."
Bak! Evsaf-ı kemâliye içinde Hüdhüd'ün hendesesine telvih eden vasf-ı mezburu yalnız ihtiyar eyledi.
İşaret:
Üslûbdan muradım, kelâmın kalıbıdır ve suretidir. Başkalar başka diyorlar. Ve belâgatça faidesi, kıssatın tefârîkını ve perişan olan parçalarını iltiham ve bitiştirmektir. Tâ kaide-i "Bir şey sabit olursa levazımıyla sabittir" sırrıyla bir cüz'ü tahrik etmekle, kıssatın küllünü ihtizaza getirmektir. Güya mütekellim, üslûbun bir köşesini muhataba gösterse, muhatab kendi kendine, -velev bir derece karanlıkta olsa- tamamını görebilir.
Bak, nerede olursa olsun "mübareze" lafzı pencere gibi meydan-ı harbi, içinde harb olarak sana gösterir. Evet çok böyle kelimeler vardır; hayalin simotoğrafisi denilse caizdir.
Tenbih:
Üslûbun meratibi pek mütefavittir. Bâzan o kadar latif ve rakiktir ki, nesim-i seherden daha âheste eser. Bâzan o kadar gizli oluyor
Yükleniyor...