perdesiyle o âleme bir derece seyirci olabilir. Bu âlem-i misalin vücûduna ve onda ma'ânînin tecessüm etmelerine pek çok delail vardır. Binaenaleyh bu kürede olan "Kaf", o âlemde zil-acaib olan "Kaf"ın çekirdeği olabilir. Hem de Sâni'in mülkü geniştir. Bu sefil küreye münhasır değildir. Feza ise gayet vâsi', Allah'ın dünyası gayet azîm olduğundan zül-acaib olan "Kaf"ı istiab edebilir.

Fakat eyyam-ı İlahiye ile beşyüz sene bizim küreden uzak olmakla beraber, mevc-i mekfuf olan semaya temas etmek, imkân-ı aklîden hariç değildir. Zîrâ "Kaf" sema gibi şeffâf ve gayr-ı mer'î olmak caizdir.

Ve Râbian:

Neden caiz olmasın ki "Kaf", daire-i ufuktan tecellî eden silsile-i a'zamdan ibaret ola... Nasıl ufkun ismi de "Kaf"a me'haz olabilir. Zîrâ devair-i mütedâhile gibi nereye bakılırsa, silsilelerden bir daire görülür. Gide gide nazar kalır, hayale teslim eder. En nihayet hayal ise selasil-i cibalden bir daire-i muhitayı tahayyül eder ki, semanın etrafına temas ediyor. Küreviyet sırrıyla, beş yüz sene de uzak olsa, yine muttasıl görünür.

* * *


DÖRDÜNCÜ MES'ELE

(Sedd-i Zülkarneyn'dir)

Nasıl bildi ki: Birşeyin vücûdunu bilmek, o şeyin keyfiyet ve mahiyetini bilmekten ayrıdır. Hem de bir kaziye, çok ahkâmı tazammun eder. O ahkâmın bazısı zarurî ve bazısı dahi nazarî ve "muhtelefün fîha"dır.

Hem de malûmdur: Müteannid ve mukallid bir sâil, imtihan cihetiyle, bir kitabda gördüğü bir mes'eleyi, -eğerçi bir derece de muharref olsa-, bir adamdan sual etse; tâ, gaybda olan malûmuna cevab verse; o cevab iki cihetle doğrudur: Ya doğrudan doğruya cevab verse... veyahut sâil-i müteannidin malûmuna ya bizzât veya tevil ile cevab-ı muvafık verir. İkisi de doğrudur. Demek bir cevab, hem vaki'i razı eder, zirâ haktır. Hem sâili ikna eder. Zîrâ eğerçi murad değilse de, malûmuna tatbik eder. Hem makamın hatırını dahi kırmıyor. Zîrâ cevabda ukde-i hayatiyeyi derceder ki; Makasıd-ı kelâm ondan istimdad-ı hayat eder. İşte cevab-ı Kur'ân dahi böyledir.

Yükleniyor...