Hem de mukarrerdir ki; âmm, hassa delalat-ı selâsenin hiçbirisi ile delalet etmez. Meselâ: Tefsir-i Beyzavî'de
بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ
olan âyetinde "Ermeniye ve Azerbaycan Dağlarının mabeyninde" olan tevile nazar-ı kat'î ile bakmak, en büyük mantıksızlıktır. Zîrâ esasen nakildir. Hem de tayini Kur'ân'ın medlûlü değildir, tefsirden sayılmaz. Zîrâ o tevil, âyetin bir kaydının başka fenne istinaden bir teşrihidir. Binaenaleyh, o müfessir-i celilin tefsirdeki meleke-i rasihasına böyle zayıf noktaları bahane tutmak, şübheleri îras etmek, insafsızlıktır.
İşte asl-ı hakâik-i tefsir ve şeriat meydandadır. Yıldızlar gibi parlıyor. O hakâikteki vuzûh ve kuvvettir; benim gibi bir âcize cesaret veriyor. Ben de dava ederim: Tefsirin ve şeriatın ne kadar hakâik-i esasiyesi varsa, birer birer nazar-ı tedkike getirilse, görülür ki; hakikatten çıkıp hikmet ile tartılıp hak olarak hakka munsarıftır. Ne kadar şübheli noktalar varsa; umumen cerbezeli zihinlerden çıkıp sonra da onlara karışmış. Kimin asl-ı hakikatlerine bir şübhesi varsa; işte meydan! Kendini izhar etsin!..
* * *
YEDİNCİ MUKADDEME
Mübalağa ihtilâlcidir. Şöyle ki: Beşerin seciyelerindendir, telezzüz ettiği şeyde meyl-üt tezeyyüd ve vasfettiği şeyde meyl-ül mücazefe ve hikâye ettiği şeyde meyl-ül mübalağa ile, hayali hakikata karıştırmaktır.
Bu seciye-i seyyie ile iyilik etmek, fenalık etmek demektir. Bilmediği halde tezyidinden noksan, ıslahından fesad, medhinden zemm, tahsininden kubh tevellüd eder. Zîrâ müvazenet ve tenasübden nâşî olan hüsnü,
مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُ
ihlâl eder. Nasılki bir ilâcı istihsan edip izdiyad etmek, devayı dâ'e inkılab etmektir. Öyle de: Hiçbir vakit hak ona muhtaç olmayan mübalağalı tergib ve terhib ile; gıybeti katle müsâvî veya ayakta bevletmeyi zina derecesinde göstermek; veya bir dirhemi tasadduk etmek hacca mukabil tutmak gibi müvazenesiz sözler, katl ve zinayı tahfif ve haccın kıymetini tenzil ediyorlar.
بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ
olan âyetinde "Ermeniye ve Azerbaycan Dağlarının mabeyninde" olan tevile nazar-ı kat'î ile bakmak, en büyük mantıksızlıktır. Zîrâ esasen nakildir. Hem de tayini Kur'ân'ın medlûlü değildir, tefsirden sayılmaz. Zîrâ o tevil, âyetin bir kaydının başka fenne istinaden bir teşrihidir. Binaenaleyh, o müfessir-i celilin tefsirdeki meleke-i rasihasına böyle zayıf noktaları bahane tutmak, şübheleri îras etmek, insafsızlıktır.
İşte asl-ı hakâik-i tefsir ve şeriat meydandadır. Yıldızlar gibi parlıyor. O hakâikteki vuzûh ve kuvvettir; benim gibi bir âcize cesaret veriyor. Ben de dava ederim: Tefsirin ve şeriatın ne kadar hakâik-i esasiyesi varsa, birer birer nazar-ı tedkike getirilse, görülür ki; hakikatten çıkıp hikmet ile tartılıp hak olarak hakka munsarıftır. Ne kadar şübheli noktalar varsa; umumen cerbezeli zihinlerden çıkıp sonra da onlara karışmış. Kimin asl-ı hakikatlerine bir şübhesi varsa; işte meydan! Kendini izhar etsin!..
YEDİNCİ MUKADDEME
Mübalağa ihtilâlcidir. Şöyle ki: Beşerin seciyelerindendir, telezzüz ettiği şeyde meyl-üt tezeyyüd ve vasfettiği şeyde meyl-ül mücazefe ve hikâye ettiği şeyde meyl-ül mübalağa ile, hayali hakikata karıştırmaktır.
Bu seciye-i seyyie ile iyilik etmek, fenalık etmek demektir. Bilmediği halde tezyidinden noksan, ıslahından fesad, medhinden zemm, tahsininden kubh tevellüd eder. Zîrâ müvazenet ve tenasübden nâşî olan hüsnü,
مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُ
ihlâl eder. Nasılki bir ilâcı istihsan edip izdiyad etmek, devayı dâ'e inkılab etmektir. Öyle de: Hiçbir vakit hak ona muhtaç olmayan mübalağalı tergib ve terhib ile; gıybeti katle müsâvî veya ayakta bevletmeyi zina derecesinde göstermek; veya bir dirhemi tasadduk etmek hacca mukabil tutmak gibi müvazenesiz sözler, katl ve zinayı tahfif ve haccın kıymetini tenzil ediyorlar.
Yükleniyor...